Paylaş
HER büyük tatilde olduğu gibi bu bayram ve yılbaşı haftasında da aynı rakamlar ve aynı acılar: İlk günkü ölü sayısı otuzun üstünde. Sonuçta kim bilir kaç olacak. Yitirilen zaman, tükenen sabır ve tüketilen benzin de cabası.
Üç yanındaki dört denize sırtını dönmüş bir Türkiye, kendini hapsettiği karayollarında debelenip duruyor. Deniz, altmış beş milyonun büyük çoğunluğu için, yalnız sıcak aylarda gidip girilen ya da seyredilen bir sudur.
Oysa...
Evet, bu halk, denizle bütünleşmiş bir halk olsa.
Orta halli ailelerin deniz gezilerine çıkabileceği ucuz, basit konforlu, ama çoluk çocuğu rahat ettirecek, Amerikalı dulların binlerce dolar verdikleri transatlantikler kadar büyük olmayan kruvaziyer gemilerimiz bulunsa.
Kış aylarında bile insanlarımızı bunlarla sıcak denizlere, Ege, Akdeniz kıyılarına, Kıbrıs'a, Mısır'a, Tunus'a, Sicilya'ya taşıyabilsek.
Hiç değilse, Yunanistan'ın yaptığını yapabilsek.
Çok daha ekonomik, unutulmaz ve acısız tatiller yaşanırdı.
Hayır, ille arabalara, otobüslere sıkışıp karda kışta yollara düşülecek.
Görüntü, altı ay önce çekilmiş bir gazete fotoğrafındaki üç geminin yürek burkucu görüntüsüydü: Avşa, Ayvalık ve Yeşilada vapurları, Pendik iskelesine yan yana bağlanmış, hurdaya gidişi beklemekteydiler. Geceleri Vaniköy iskelesinde dinlenen yorgun Boğaz vapurlarından da hüzünlüydü duruşları. Son bekleyişleriydi; artık sefere çıkmayacaklardı.
Denizyolları İşletmesi'nin yok edilmesi ve armatörlerin yük taşımacılığı dışındaki alanlara girmeyişi bu ülkenin büyük ayıplarından biridir.
Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nin Denizyolları'nda yıllarca çalışan, ‘‘Ekmeğini hálá yiyorum; çoluk çocuğumu büyüttüm, onun maaşıyla ev sahibi oldum’’ diyen eski bir telsiz zabiti, ‘‘İsyan ediyorum; yazık, günah değil mi?’’ diye feryat etmekte: ‘‘İşletme, hurdaya çıkanların yerine gemi almamış, yaptırmamış ve bu duruma düşmüştür. Niye? Çünkü, siyasiler İşletme'yi arpalık olarak kullanmış, yandaşları da yeni hat açma, yeni gemi alma yerine, her türlü partizanlığı yapıp işbaşında kalarak, sanki birileri ‘Bu işletmeyi bitirin' demiş gibi parmaklarını dahi oynatmamışlardır.’’
Başına getirildikleri işin görev tanımına kapılıp neyi, neden ve neye hizmet için yaptıklarını hiç düşünmeyen kişiler vardır; Kwai Köprüsü’ndeki Alec Guinness'i anımsatırlar insana. Özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanı da galiba öyle; hedef tutturmanın şehvetine kapılmış, kapsamdaki işletmelerin ‘‘vazgeçilmez’’liğini, ‘‘düzeltilebilir’’liğini düşünmeden satış peşinde.
Durup düşünse, yolcu taşıyacak gemisi kalmamış bir TÜrkiye'nin nasıl bir ‘‘saçmalık’’ olacağını görmez, armatörlerin yolcu taşımacılığına yanaşmadığı bir ülkede bunun hálá bir kamu görevi olduğunu anlamaz ve bugünkü çürümüşlüğün yerine özerk, sağlam, yatırımcı bir yeni Denizyolları İşletmesi'nin kurulmasını Bakanlar Kurulu'na önermez mi?
Kim bilir, belki de görmez, anlamaz ve önermez.
Paylaş