Paylaş
AKLAMA dosyalarını kapatıp tatile çıktılar. Vicdanlar rahattır inşallah.
Dinlenirken, siyasal sistem ile rejim arasındaki bağlantı üzerinde derinliğine düşünme fırsatını bulacaklar mı acaba?
Meclis, ki uygulanan parlamenter sistemin en yüksek değilse bile en önemli organıdır, sorun çözücü yasa zeminlerini hazırlama ve sorumluluk taşıyanları denetleyip sorgulama hakkına sahiptir; halkın gözünde onun yetki kullanışı ile sorunların çözülüş derecesi birbirine ister istemez sıkı sıkıya bağlı olacaktır. Parlamenter sistemde insanlar, yalnız hükümetlere değil, onları kuran ve ayakta tutan Meclis'e de bakar.
Sadece halk mı? Ulusu koruma ve devleti ayakta tutma sorumluluğunu duyan çevreler de. Sorun çözmede sistemin ve dolayısıyla Meclis'in başarısızlığı o çevreleri de harekete geçirir. Sonuçta zarar gören, demokrasidir.
Yakın geçmişte Türkiye bu süreci birkaç kez yaşadı.
12 Mart öncesi, sosyal uyanışın kavgasız vuruşmasız siyasal sisteme aktarılışı bakımından başarısızlık dönemiydi. Siyasetin başarısızlığından doğan anarşiyle güvenlik güçlerinin baş edebilmesi için bir muhtırayla sisteme müdahale edildi; görünürdeki organlar ayakta kaldı, ama yanlışlarla, aşırılıklarla dolu bir dönem yaşandı.
12 Eylül, değiştirilmiş bir anayasaya dayanan sistemin bile sosyal olaylarla, ölümlü vuruşmalarla başa çıkamayışının ve üstelik devlet başkanını da seçemeyişinin sonucudur. Yine yanlışlarla, acılarla yaşanan bir dönem.
Her iki durumda da öbür sorunlar arasında öne çıkan ve halk yığınlarını en çok endişeye düşüren tek bir sorun, yani can güvenliği sorunu olmuştur. Çözümü uğruna, demokrasiden uzaklaşmanın bile hoşgörüyle karşılandığı bir sorun.
Son dönemde, bir-iki yıl öncesine gelinceye kadar bu nitelikte iki sorun oldu: Ölümlü Güneydoğu sorunu ve cumhuriyeti tehdit eden laiklik düşmanlığı. Birincisi, rejimin özünü değiştirmeden, ama büyük can kaybı ve özveri pahasına, yerel sınırlamalarla çözüm yoluna sokuldu; ikincisi ise, bir bakıma 12 Mart Muhtırası'nı uzaktan andıran bir 28 Şubat'ı zorunlu kıldı.
Şimdi, sistemdeki başarısızlık, kendi içindeki pisliği temizleyemeyiş noktasında toplanıyor. Belki, üzerine başka etkenler eklenmeseydi, oynanan komedi yine de hoşgörülebilir ve insanları sistemden böylesine soğutmazdı. Ama, bu başarısızlık, kimileri çılgınca tüketirken büyük halk yığınlarının dayanılmaz bir yoksulluğa sürüklenişiyle ve gelir dağılımının büsbütün bozulmasıyla aynı zamana rastlıyor. Sistemin yalnız kirlilik doğurmakla kalmayıp bir de insanı çıldırtan bir utanmazlıkla karşılıklı paklamaya yaraması ve istikrar bahanesiyle kamuoyunun aldatılması halkın katlanış sınırlarını zorlamaktadır.
Belki, sistem çürüyüp halkın katlanış sınırı zorlanınca ne oluyorsa yine o olacak ve şimdiye kadarki çeşitlere bir de ‘‘temizlik muhtırası’’ çeşidi eklenecektir. Meğer ki, çürüyüşü durdurup sistemi temizleyecek bir sol doğmuş ola.
Paylaş