Paylaş
General Charles de Gaulle, bu yüzyılın ilginç devlet adamlarından biridir.
Hem Fransa, hem de Avrupa açısından. Belki de, İkinci Dünya Savaşı sonrasının dünyasında çatışan düşünce akımları açısından.
Savaştaki rolü, Fransa'nın kurtarılışındaki payı, bunlar malum.
Asıl ilginç olan, Cezayir bunalımı sırasında yıkılma raddesine gelmiş olan bir cumhuriyeti kurtarış tarzıdır.
De Gaulle, Üçüncü ve Dördüncü Cumhuriyetler'deki siyasal kurumların Fransa'yı zayıf düşürmesinden yakınıyordu; yeni bir anayasa yapılanmasından yanaydı. Ama, savaştaki ve kurtuluştaki hizmetleri bu isteğini gerçekleştirecek siyasal ağırlığı edinmesine yetmemişti; küstü ve Colombey-les-Deux-Eglises adlı küçük kasabaya yahut köye çekilip kitap yazmaya koyuldu. Ancak, Cezayir bunalımı o toprakları terke razı olmayan General Massu'nün paraşütçülerini Paris'te darbe yapma noktasına itince, rejimin akıbetini parlak görmeyenler De Gaulle'e yalvar yakar oldular: ‘‘Biz ettik, sen etme ve gel şu devleti kurtar!’’ diye. O da ‘‘rica’’ları kırmadı ve gelip adamlarına Beşinci Cumhuriyet'in anayasasını yazdırdı.
Fransa'daki ‘‘yarı başkanlık sistemi’’nin kuruluş öyküsü kısaca budur.
Birkaç noktayı aydınlatmakta yarar var.
Bir: General De Gaulle, Cezayir bunalımını yaratanlardan değildi.
İki: General De Gaulle, ömrü boyu düşünmeden olaylara seyirci kalıp da ancak köyüne çekildiğinde okumaya fırsat bularak sorunlara kafa yormaya başlayan bir kişi de sayılmaz. Tam tersine, binbaşılığından itibaren askeri sorunlardan ülkenin temel davalarına kadar her şey üzerinde çözüm üretmeye yatkın bir düşünce yapısı vardı. Edebiyat ve üslup yetenekleri de ayrı.
Üçüncüsü: Katolikliği ve ekonomik sorunlara bakış biçimi açısından ‘‘sağcı’’ sayılabilirse de, ulus kavramını anlayış tarzı ve özellikle dünyaya egemen olan büyük devletler karşısındaki tutumu açısından Fransız solcularından geri kalır yanı yoktu. Nitekim, bugünkü Fransız solunun davranışlarında bile ondaki bazı düşüncelerin izlerini bulmak mümkündür.
Hele cumhuriyetçiliği: De Gaulle'ün sağcılığını, ondokuzuncu ve hatta yirminci yüzyıl Fransa'sında örneklerine çok rastlanan tutucu, karşı-devrimci ve sermaye kölesi sağcıların tutumuyla asla aynı sayamazsınız.
Bugünlerin Türkiye'sinde siyasal sistemdeki tıkanıklığı aşmak için ileri sürülen formüllerde sık sık Fransa'daki beşinci Cumhuriyet'ten ve oradaki yarı başkanlık sisteminden söz edildiğine göre, çözümleri tartışırken bazı soruları doğru sormak ve yanıtlarını da açıkça vermek gerekir.
Tıkanıklık denen olay, sistemden mi kaynaklanmaktadır; yoksa, otuz küsur yıldır ülkeyi yöneten siyasal kadrodaki bazı kişilerin yetersizliğinden mi? Sistemi tıkamış olanların tıkanışı giderme formülleri ne kadar geçerlidir?
Daha önemlisi, önerilenler, Türkiye'deki cumhuriyeti kuruluşundaki devrimci felsefeye uygun olarak yaşatma çareleri midir; yoksa, zaten yarım yüzyıldır demokrasi perdesi arkasında sürüp giden sinsi bir ‘‘karşı devrim’’i güçlendirmenin ve bu amaçla yeni kurumlar, kurallar ve ittifaklar oluşturmanın örtülü formülleri mi?
Paylaş