Paylaş
GEÇENLERDE Fransız Senatosu'nun kabul ettiği ‘‘Ermeni soykırımı’’ önerisi önümüzdeki haftanın sonlarına doğru Ulusal Meclis'e geliyor.
‘‘Fransa, 1915 Ermeni soykırımını resmen tanır’’ diyen bir önerinin nasıl olup da öyle bir ülkede yasalaştırılmak istenebileceğini anlamak zor.
Başka yerlerdeki küçük politikacıların kıytırık oy hesapları dolayısıyla böyle işlere kalkışmaları anlaşılır olsa da, Fransa açısından pek öyle değil.
İnsan, ilkbaharda yerel seçimlerin yapılacağını, Marsilya, Lyon gibi kentlerde ve Paris'in Issy-les-Moulineaux semtine benzer yerlerde Ermeni kökenli seçmenlerin yoğun olduğunu düşünse bile, bu çeşit hesapları Fransız partilerine ve parlamentosuna yakıştırmakta güçlük çekiyor.
Çünkü, Türklerin gözünde Fransa, Kemalist cumhuriyet için de temel ilkelerden biri olan ‘‘ulus’’ kavramının doğduğu yerdir. 1789'un ihtilalcileri egemenliği kraldan alıp ulusa verdikleri zaman, o kavramı köken farklarını bilmek bile istemeyen cumhuriyetçi bir vatandaşlık anlayışına oturtmuşlardı. Böyle bir geleneğin mirasçıları, cumhuriyetin ilkelerini ve Fransa'nın ulusal kaygılarını bir yana itip etnik oy avcılığının peşine nasıl düşebilirler?
Yalnız, burada ‘‘Fransa'nın ulusal kaygıları’’ derken, öneri yasalaşırsa Türkiye'yle diplomatik ve ekonomik ilişkilerin görebileceği zarar kastediliyor sanılmasın. İşin o yanı, ayrıca belirtilmeye değmeyecek kadar doğal. Öylesine doğal ki, Amerikan Kongresi, mutlak güçler ayrılığına dayalı bir başkanlık sisteminde bile, yürütmenin bu konudaki uyarısına uymak gereğini duydu.
Hayır, burada kastedilen, Fransa'nın bir ‘‘hukuk devleti’’ ve ‘‘düşünce özgürlüğü ülkesi’’ olarak sahip olduğu ‘‘imge’’ye ilişkin kaygıdır.
Evet, hukuk devleti.
Çünkü, öneri, Fransa'nın temel hukuk düzenine aykırılıklarla dolu. Parlamenterler, ‘‘süfli’’ oy hesapları uğruna, kendi anayasalarının ilkelerini nasıl böylesine zorlayabilirler ve hükümet, önündeki hukuk yollarına başvurmadan, girişime katılmadığını belirtmekle yetinebilir?
Bu soruları abartılı bulanlar, Paris Hukuk ve Ekonomik Bilimler Fakültesi'nin ‘‘şeref dekanı’’ olan ünlü anayasa hukukçusu Georges Vedel'ce kaleme alınmış 24 sayfalık rapora bakabilirler. Profesör Vedel, böyle bir önerinin yürütmeye ait bir dış ilişki konusuna yasamayı karıştırma ve anayasaca tanınmayan ‘‘meclis kararı’’ yetkisini dolaylı yoldan kullanma anlamına geldiği düşüncesinde. ‘‘Anayasa Konseyi'ne başvurulsa, büyük olasılıkla anayasaya aykırı bulunur’’ diyor. Ona göre, öneri gündeme bile girmemeliydi.
Dolayısıyla, geçen defa o yola başvurma olasılığındaki caydırıcılıktan yararlanmayan Fransız hükümetinin, bu kez de, kuralların elverdiği gibi yasama sürerken Anayasa Konseyi'ne gitmekten niçin hiç söz etmediğini anlamak da zor.
Kaygının bir de düşünce özgürlüğü yönü var ki, Fransa'nın evrensel görüntüsü için daha da önemli olduğundan onu ayrı yazıda ele almak gerekiyor.
Bu kaygının Fransa'ya değer veren bir yabancıya kalmış olmasına üzüle üzüle.
Paylaş