Paylaş
SON yıllarda dillerden düşmeyen ‘‘uyum’’ sözünün karşılıklı çıkarlarda uzlaşıp halkı uyutma anlamına geldiği bilinirdi, ama dış çıkarlarla da uyuşup ulusal hukukun ırzına geçmek anlamına geldiği bilinmezdi.
Şimdi o oluyor.
Bereket, ‘‘kırk yılda bir’’ kamunun hukukunu savunan bir devlet başkanı çıktı. Ama, kıyamet koparılmakta. Cumhurbaşkanlığı, yerine getirilmesi kurallara bağlı bir görev değil de sultanlıkmış gibi, ‘‘O saltanat kayığına seni biz bindirdik; istediklerimizi yapacaksın!’’ demeye getiriyorlar. Kendilerinin atamasıyla değil, olsa olsa aday göstermeleriyle, ama sonuçta TBMM'nin oylarıyla seçilmiş bir kişi için böyle düşünürlerse, bakan ve genel müdür yaptıkları ‘‘atanmışlar’’ için neler düşünürler ve onlara neler yaptırırlar, bunu da siz düşünün.
Artık, o makama seçilen kişi kurallara göre davranınca, bindirdiklerini sandıkları saltanat kayığından indirmenin yolunu arıyorlar. Umurundaymış gibi.
Dünkü Hürriyet'te Muharrem Sarıkaya ile Şehriban Oğhan'ın bu arayışa ilişkin olarak bakanların düşüncelerini aktardıkları haber harikaydı.
Şimdi sıkı durun ve ‘‘düşünceler’’e bakıp hizaya gelin.
Bakanlar Kurulu toplantısında, özelleştirmeden sorumlu devlet bakanı ‘‘Kararlılığımızı göstermek için üç kamu bankasını Özelleştirme Yüksek Kurulu bünyesine alabiliriz’’ demiş. Böylece, o ‘‘yüksek’’ kurulun, özelleştirme sorunlarını enine boyuna tartışan ciddi bir organ değil, Mesut Yılmaz'ın ‘‘Herkes Danıştay'da dava açmaya kalkar’’ deyişinden de belli olduğu gibi, yapılmayacak işleri kitabına uydurarak yapma yeri olduğunu öğreniyorsunuz.
Hukukçu Adalet Bakanı'nın bulduğu çare ise evlere şenlik: ‘‘Anayasa'yı değiştirip KHK'ları cumhurbaşkanının imza kapsamından çıkaralım’’ demiş. Yani, hem ‘‘kanun hükmünde’’ olacak, hem de devlet başkanınca imzalanmayacak!
Milli Eğitim Bakanı'nın ‘‘Cumhurbaşkanı otuz beş yıl yargıçlık yapmış, davalı ile davacı arasında taraf olmayan bir yol izlemiş; değişmesi zor’’ demesi de para etmiyor. İlle değiştirecekler. Kültür Bakanı'nın önerisi üzerine benimsenen pek ‘‘kültürlü’’ çözümler şunlar: ‘‘Meclis grupları olarak Sezer'i istifaya davet edelim. Anayasa'yı değiştirip üçte iki çoğunlukla görevden alınmasını sağlayalım. Zaten yargıçlıktan çekilmeden seçilmişti; Anayasa Mahkemesi'ne başvurup görevini geçersiz sayalım!’’
Öyle gerekçeler ki, duyan her hukukçu mutlaka gülmekten yerlere yatmıştır.
Çok acele paraya gereksinim duysanız, bankada bol paranız bile olsa, işlemin tamamlanmasını beklemenizi söyleyen görevliye tabanca çekip ‘‘Ben işlem falan bilmem, parayı ver!’’ demezsiniz. Öyle davranışın adı, Amerikan filmlerinde ‘‘hold up’’tır. Taklitçi yerli filmlerde banka basanların ara sıra ‘‘Eller yukarı, bu bir soygundur!’’ diye bağırdıkları olursa da, gerçek Türk kültüründe bu işler, hele dışarıdan yabancılarca suça azmettirilerek yaptırılıyorsa, sessiz yapılır ve ancak soygun başarılamazsa kıyamet kopar.
Paylaş