Paylaş
Kırkıncı yıldönümü dündü.
O günü ‘‘Anayasa ve Özgürlük Bayramı’’ olarak kutlamayı yirmi yıl önce bırakmış bir Türkiye'de 27 Mayıs'ın törenlerle anılması elbet beklenemezdi. Derneklerin kutlama ve tartışma toplantıları oldu; gazetelerde birkaç yazı, şurada burada birkaç konuşma. O kadar.
Buna karşılık, devrimciliğin Türkiye Cumhuriyeti için bırakılmaz bir ilke olmasını hálá içlerine sindirememiş olanlarca çırpıştırılmış satırları okumak son derece ilginçti.
Belki, 27 Mayıs'ı hálá ilginç kılan da buydu: Türkiye'nin koşullarında demokrasi ve devrimcilik kavramları arasındaki bağlantının tartışılması.
Neydi 27 Mayıs?
Hareketin anlamını sezmek için 14 Mayıs 1950'ye, yani devrimle kurulmuş bir cumhuriyette iktidarın ilk kez seçimle değiştiği güne dönmek de yetmez. İkinci Dünya Savaşı sonrasının ilk yıllarında beliren sapmaları düşünmek, Atatürk döneminde dışlanmış muhaliflerin sistem içine alınışını, yükseköğretimde İslam enstitülerinin kurulmasıyla başlayıp ilahiyat öğretimine ve Kuran kurslarının açılmasına varan, toprak reformundan ve Köy Enstitüleri'nden vazgeçmeye yönelen tutumlarıyla İnönü dönemini de anımsamak gerekiyor. Demokrat Parti iktidarı, Türkçe ezanın bırakılışı, Anayasa dilinde geriye dönüş, Said-i Nursi'ye lider ziyaretleri ve ‘‘Hilafeti bile getirebilirsiniz’’ sözü gibi belirtilerle bu gidişin sinsi bir karşı-devrimciliğe dönüşmesidir.
Olan, 1924-25'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'yla ve 1930'da Serbest Fırka'yla olanlardan farklı değildi. Devrim karşıtlığı kıpırdanıp canlanmıştı.
Görünürde yanlış da sayılamayacak bir tanımlamayla, demokrasiydi bu.
27 Mayıs, cumhuriyete sahip çıkmak isteyen bazı ordu mensuplarının, üniversite, gençlik ve ‘‘bir kısım basın’’la birlikte, bu gidişe karşı demokrasiyi devrimci temellere oturtma girişimidir.
Bu karşı çıkış tam anlamıyla başarılı olmuş mudur?
Tam başarı, Anayasa değişikliği ötesinde, devrimin temel ilkelerine tam dönüşle sağlanabilirdi: Seçimlik de olsa din eğitimi ya da ‘‘aydın din adamı’’ gibi kavramlardan medet ummayan bir laik öğretim kurmak, ekonomik ve sosyal yapıda köklü değişikliklere el atabilmek. Olmadı.
Ama, yine de 27 Mayıs döneminin getirdiği bazı kurumlar ve kavramlar geri dönülemeyecek biçimde sistemde, silinmeyecek biçimde zihinlerde yer etmiştir: Anayasa Mahkemesi ve sosyal devlet gibi.
Kemalist devrimin ilkeleriyle demokrasinin getirdikleri arasındaki sürtüşme sürüyor; demokrasinin ancak tam laik bir zeminde ve ekonomik bakımdan tam özgürleştirilmiş bir toplumda işleyebileceği anlaşılıncaya, devrim gerçek demokrasi hedefine varıncaya kadar.
27 Mayıs, bu anlamda, henüz bitmemiştir.
Paylaş