Paylaş
YAYINLANIŞININ üzerinden aylar geçti; aslında büyük ilgi uyandırması gereken bir kitabın sanat çevrelerinde ve hatta medyada karşılaştığı yankısızlık hálá sürüyor. Belki de, sahiplenebilecek ve ‘‘bu benimdir’’ diyebilecek kurumların ve kişilerin çok oluşu yüzünden.
En başta, Avrupa Birliği Komisyonu'nun Akdeniz Programı, daha doğrusu o Program'ın ‘‘Euromed: Avrupa-Akdeniz Mirası’’ bölümü. Türk diplomasisinin, biraz da Türkiye'yi tam üyelik beklentisinden uzaklaştırma ve Fas'tan Suriye'ye kadar ‘‘çevre ülkeleri’’yle bir araya koyma niyeti taşıdığı için pek yakınlık duymadığı bu Program, geçen yıllarda ‘‘Sınır Tanımayan Müze’’ adlı bir girişim başlatmıştı. Avrupa ve çevresindeki uygarlıkların sanat yapıtlarını ulusal sınırlara bağlı kalmadan tanıtma ve ‘‘yapıtları ziyaretçilere sunan’’ klasik müze tipi yerine ‘‘ziyaretçileri yapıtlara götüren’’ anlayışı yerleştirme amacı güden bir girişim. Genel Sekreterliği'ni bir Avusturyalının yaptığı bu girişim ‘‘Akdeniz'de İslam Sanatı’’na da el atmış ve bir yayın dizisi başlatmıştı.
Osmanlı Devleti'nin 700. kuruluş yıldönümüne de rastladığı için, bu yayınların Türk sanatıyla ilgili bölümlerinin parasal desteklenişine Türkiye'den Kültür Bakanlığı ile Ege Üniversitesi de katıldı. Dizide ‘‘Erken Osmanlı Sanatı: Beyliklerin Mirası’’ adıyla yayınlanan kitap, bütünüyle, aynı zamanda proje başkanı da olan Rektör Yardımcısı'nın yönetiminde Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nün ortak ürünü.
Kitabın ilginç yanı, sanat yapıtlarını yerinde görmek üzere yola çıkmış bir gezgin grubuna rehberlik edercesine, bol resimli açıklamalarla belli yolları izlemesi. ‘‘Beylikler’’in mimari mirası anlatılırken, Milas'tan başlayıp Beçin'den, Çamiçi'nden, Balat'tan, Selçuk'tan, Tire'den geçerek Trakya'da Uzunköprü'ye kadar gidiliyor.
Bölüm sonlarında, dönemin toplum yaşamına ilişkin kısa açıklamalar var. Akıllı bir rehberin turistlere basit bilgi verişini andıran açıklamalar. Örneğin, Bursa'nın camilerinden, Yeşil, Yıldırım, Muradiye külliyelerinden, Şair Ahmet Paşa Medresesi'nden, Eski ve Kükürtlü kaplıcalarından sonra, şöyle bir tümce de içeren ‘‘hamam’’ bahsi: ‘‘...Anadolu Beylikleri ve Osmanlı döneminde, iç mekán güzelliğini ve ferahlığını ön plana alan hamamlar inşa edilmiştir. Bir külliye inşa edilirken, önce hamamdan başlanırdı. Böylece inşaatta çalışacak yüzlerce işçinin hamamdan yararlanması sağlanmış olurdu.’’
Hamam, sanki her evinde konforlu banyo bulunan bir toplumda yaşıyormuşuz gibi, çağımız belediyeciliğinin ihmal ettiği halk hizmetlerinden biridir.
Peki, gökdelenleri, koca işhanlarını, ticaret merkezlerini yaptıran büyük şirketler, holdingler? Onlar da, inşaata girişirken yanıbaşında bir hamamla başlasalar, hem işçiler yararlansa, hem de sonra oralarda çalışacak olanlar ve her yerde kuşkulu işlerin kokusunu bile bastıran ter kokuları egemen olmasa?
Rehberler, sınır-ötesinden gelenlere Anadolu Beyleri'ni övdükleri gibi, o çağdaş bayları da övseler?
Paylaş