Paylaş
Brecth'in ünlü epik oyunu ‘‘Beş Kuruşluk Opera’’ diye Türkçeye aktarıldığında adının çevirisi tartışma konusu olmuştu. Osmanlı para birimlerinin ağırlığına alışmış bir kültürde, ‘‘kuruş’’ sözü bile Almanların ya da İngilizlerin ufaklıklarına göre fazla değerli kaçmaktaydı.
Nitekim, sonradan, oyunun düz yazıya dökülmüş metni ‘‘Beş Paralık Roman’’ adıyla çevrilmiştir. Artık kimse bilmez; kırk para beş kuruş ederdi.
Sözün kısası, yüz bin liraya ancak simit alınan bir çağda bile, Helsinki'de verilen adaylık kararı, bu biçimiyle, etse etse yine ancak beş para eder.
Çünkü, Türkiye'nin dış ilişkilerine atılmış bir büyük kazıktan ibarettir.
***
Kimse yutturmaya kalkmasın; dördüncü maddedeki ‘‘başlıca anlaşmazlıkların çözümüne ilişkin durum AB Konseyi'nce en geç 2004 yılı sonunda tekrar gözden geçirilecektir’’ sözlerinin anlamı açıktır. Virgül oyunları bir yana, paragrafın bütünü okunduğunda anlaşılıyor ki, Türkiye o tarihe kadar Ege sorunlarının çözümü için Uluslararası Adalet Divanı yolunu seçmemişse, tam üyelik görüşmelerine başlamayı unutmalı ve tam üyelik rüyasından uyanmalıdır. ‘‘Aramızdaki tek sorun, kıta sahanlığıdır’’ diyen bir Yunanistan'la Lahey'e gidilince ne olacağını ise herkes biliyor: Karasuları hakkının 12 mil olduğu aynı hükümle birlikte karara bağlanacak ve o çizgiden sonra başlayan kıta sahanlığından Türkiye'nin payına iki tutam yosun kalacaktır.
Yine kimse şu gerçeği inkár edemez: Helsinki kararı New York'taki görüşmelerin ortasına bomba gibi düşmüştür. ‘‘Kıbrıs'la, daha doğrusu şimdiki Rum Yönetimi'yle tam üyelik görüşmeleri tamamlandığında Ada için hálá çözüm bulunmamışsa, AB Konseyi o konuda anlaşmaya varılmamış olmasını önkoşul saymadan karar verir’’ denince, Kleridis'in artık uzlaşmaya yanaşması beklenebilir mi? ‘‘2000 Gündemi’’ sızdırıldığı zaman da öyle olmadı mı?
***
Şimdi, ‘‘Finliler açıkladı; 2004 sözü o anlama gelmiyormuş’’, yahut ‘‘Kıbrıs'la ilgili paragrafa eklenen son tümce Rumların üyeliğini erteletme kapısını hálá açık tutuyormuş’’ gibi sözler etmek boştur. Sözler o anlama geliyorsa, niçin öyle yazılmamıştır? Böyle yazılmışsa, iki tarafı kandırmanın gerisinde, o sözlerde hinoğlu hinlik yatmaz da ne yatar? Geçmişte bunun çeşitli örnekleri görülmedi mi?
Yok, eğer niyet kendinizi kandırmak ve sahte başarılarla halkınızı aldatmaksa, şimdi söylenenlere kanabilirsiniz. Ama, söz gider, yazı kalır.
***
Merak edilmesi gereken, bugünkü gibi bir Bakanlar Kurulu'nun Helsinki kararı konusunda böyle bir olumlu ‘‘kanı’’ya nasıl varabildiğidir.
O Kurul ki, üstünde bir Demirel ve dış dümeninde bir Cem bulunsa da, başında bir Ecevit, masasının çevresinde milliyetçiliği kimselere bırakmayan bir MHP'li topluluk, ‘‘yol haritası’’ mektubuna karşı çıkmış bir ANAP kanadı, Avrupa ve Kıbrıs konularındaki çizgisi farklı sanılan bir Şükrü S. Gürel oturmaktadır; onlar bu zillete nasıl katlanmışlardır?
Paylaş