Paylaş
ATASÖZLERİMİZDEN biri ‘‘Türk'ün aklı sonradan gelir’’ derse de, aslında herşey olupbittikten sonra bir şeyler yapmaya kalkışan, Türklerin hepsi değil, Türkiye'yi yönetme iddiasıyla ortaya çıkanların bir kısmıdır.
Onlar için, ülkelerine karşı yapılmak istenenlere vaktinde tepki gösterip sonuçları önlemeye çalışmak değil, bu uğurdaki çabaların kendi çıkarlarına, hesaplarına ve görüntülerine nasıl yansıyacağıdır.
Engellemede başarı şansı yüksekse, en öndedirler; davul zurnayla medyaya duyururlar. Başarı şansı yok ya da çok zayıfsa, kendilerini harcamanın, sonu kuşkulu çabalara soyunmanın yeri ve vakti değildir; ortalıktan toz olurlar.
Sonra, işe yaramaz cafcaflı boş protestolarla yine en öndedirler.
İş işten geçtikten sonra.
Şimdi, ‘‘Ermeni soykırımı’’ konusunda aynı olguyu yaşadık ve yaşayacağız.
Geçen hafta bu sütunda ardı ardına yazıldı. ‘‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’’ dercesine: Evet, böyle bir yasa önerisinin kabul edilmesi parlamenterlerin, hatta oy avcısı otuz kişilik azılı bir grubun işidir; ama, Fransız hükümetinin de yapabileceği şeyler vardı. İktidarın partilerince kendi parti gruplarına söz geçirmekle başlayıp sistemdeki yolları kullanmaya, örneğin yasama süreci sırasında Anayasa Konseyi'ne başvurmaya varıncaya kadar.
Artık geç olmakla birlikte, bu yol, Fransa Cumhurbaşkanı için hálá var: Yayımlanmak üzere önüne gelecek metni, imzalamadan önce, o da Anayasa Konseyi'ne gönderebilir.
Bunlar yazıldığında, herhalde Türkçe gazete okumayan Fransızlar için değil, Fransa hükümetine karşı kullanılsın diye Türkçe okuma yazması olan Türkiyeli sorumlular için yazılmıştı. Çünkü, konu, oy hesaplarından kolay vazgeçemeyecek milletvekillerinden çok, elindeki olanakları şimdiye kadar kullanmamış olan Fransız hükümetince çözülecek bir sorundu. Ona dönüp ‘‘Parlamentonun işidir diyerek baştan savmayın’’ denebilirdi.
Bugün Ankara'dakilere sormak gerekir: Türk hükümeti açısından, son anda Fransız Büyükelçisi'ni çağırıp mesaj yollamak yeterli miydi? Sorunu Fransa'da izlemek ve kovalamak için bakan düzeyinde yüz yüze temaslarla sonuç alınıncaya kadar ısrarlı davranılmış mıdır? Bu konuda Mösyö Vedrine'le uğraşmak, Bayan Albright'la öpüşmekten de mi zordur?
Yoksa, ‘‘Ermeni soykırımı’’ girişimini önleme çareleri Hartum ve İslamabad gibi yerlerde mi aranmıştır?
Ayrıca, Paris'te ileri sürülen ‘‘Bu yasa, uygulama olanağı olan bir kural getirmiyor; Anayasa Konseyi'ne gidilmesinin anlamı yok’’ biçimindeki kaçamaklara aldanmamak gerek. Ünlü Anayasa Profesörü Georges Vedel'in imzasını taşıyan ve üstelik ‘‘hiçbir yetkilinin itirazı olmaksızın parlamentodan geçmiş bir yasa, kural içerir gözükmese de, artık Fransız hukuk düzeninin bir parçası olur ve hukuksal sonuçlara yol açmadan kalamaz’’ diyen 24 sayfalık ‘‘kapı gibi’’ rapor Ankara'daki görevlilerin de elindedir herhalde.
Tabii, aldanmaya, aldatılmaya ve kendimizi aldatmaya yatkınsak, o başka.
Paylaş