Paylaş
Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin tartışmaların, yanlış yollara daha fazla sürüklenmeden bir an önce açıklığa kavuşması gerekiyor. Çünkü, berrak zihinlerle tartışılmayı bekleyen çok daha önemli konular var bu ülkede.
Partilerden gelen tepkiler bir noktayı açıkça ortaya koydu: Cumhurbaşkanı seçimi için şu sırada Anayasa değişikliğine kalkışmak, seçimi yürürlükteki kurallara göre yapmaktan çok daha zahmetli ve hatta rizikolu olabilir.
Bu noktayı, cumhurbaşkanının sistem içindeki yerine ve bu yere göre seçiliş tarzına ilişkin çeşitli görüşlerden bağımsız olarak görebilmek gerek. Sistem değişikliği, herhalde bütün yan uzantılarıyla, şu haftalara ve aylara sığdırılabilecek bir iş değil.
Doğru olan, konuyu yürürlükteki kurallara göre ele almaktır.
Geçirilen uygulamalarla beliren bir başka nokta daha var: Ülke yönetiminde çok etkin rol alıp ellerindeki iktidar gücüyle gidişlere yön vermeye alışmış kişiler, Çankaya'ya çıktıklarında kuralların kendilerine tanıdığı rolü yetersiz bulmaya, daha fazla yetki istemeye, bir ‘‘süper başbakan’’lığı özlemeye başlıyorlar. Özal ve Demirel deneyimleri bunu açıkça gösterdi.
Çankaya'nın çevresinde oluşan ‘‘paralel yönetim’’ ve Washington benzeri ‘‘başkanlık ofisi’’ eğilimleri böyle bir yönelişin belirtileri sayılabilir.
Oysa, bütün bunlar parlamenter sistemin devlet başkanlığı anlayışına pek uygun düşmüyor. Elbette ‘‘ununu elemiş, eleğini asmış’’ bir kişiyi gerektirmez sistem. Ama, belli ki, bu anayasa düzeninde cumhurbaşkanına ayrılan yer, etkin parti liderliği ve güçlü başbakanlık gibi makamları pek sevmiş olanların rahat edecekleri ya da rahat duracakları bir yer de değil.
Meclis'çe yapılacak seçimde sistem için gerekli niteliklerin ipuçlarını Anayasa'daki ‘‘ant içme’’ metninden çıkarmak kolaydır: ‘‘Bağımsızlık ve ülke bütünlüğü’’ne inanmışlıkla başlayıp ‘‘tarafsızlığa’’ kadar giden o kavramlar, işin hukuksal yanını oluşturuyor. Siyasal yön, bunun tamamlayıcısıdır: Meclis'teki büyük çoğunluğun söz konusu kişinin bu kavramlara bağlılığından kuşku duymaması; onun da, siyasal yaşamında, örneğin ülkeyi dış maceraya sürüklemek isteyenlere karşı sağduyulu bir direniş göstermiş ya da Meclis Başkanlığı gibi görevlerden geçerken tarafsızlık örnekleri vermiş olması.
Ama, bir de ‘‘karakter’’ yönü var işin: Halkın gönlünde taht kuracak bir kalp temizliği ve içtenlik isteyen bu görev, yolsuzluk, yiyicilik gibi lekeleri ve yalancılık, kalleşlik, içten pazarlıklılık gibi kusurları kaldırmaz. Temizlik ve içtenlik öyle nitelikler ki, çoğu zaman kurnazlıklara ve sinsi hesaplara dayanan siyaset başarıları ya da yabancı dil bilgisi gibi Türkiye'de nedense pek önemsenen üstünlükler, devlet başkanlığı açısından, bunların yanında solda sıfır kalır.
Meclis, böyle bir insanı kendi içinde veya dışında bulup da seçemeyecek kadar çaresiz bir kısırlık içinde midir?
Paylaş