Paylaş
DEVLET Bakanı Derviş'in geçen haftaki İtalya konferansında ortaya attığı bir düşünce var ki, üzerinde biraz durmak gerek. ‘‘Avrupa Birliği'ne tam üye olmadan ortak para birimi olan Euro'ya geçebilecek duruma gelebiliriz’’ sözü umursanmayacak bir söz değildir; çünkü, gerisinde mutlaka deşilmesi ve açığa çıkarılması gereken bir zihniyet yatıyor.
Bilirsiniz, Maastricht Antlaşması'yla kurulan Para Birliği'ne girmek, Avrupa Birliği üyeleri için bütçe açığı, kamu borçları, enflasyon ve faiz oranları bakımından kesin koşullarına bağlanmıştır. Örneğin, enflasyon oranı en düşük enflasyona sahip üç AB üyesi devletin ortalama enflasyon oranını yüzde 1.5'tan fazla aşmamalıdır. Bunun anlamı, enflasyonu en fazla yüzde 3-3.5 civarında tutmak demektir. Uzun vadeli faiz oranları da, en düşük enflasyona sahip üç üye devletin ortalama faiz oranını en çok yüzde 2 aşabilir!
Bugünün Türkiye'sinde uzak gelecek için de olsa bunları düşünebilmek, nihayet Bakan Derviş'teki aşırı iyimserliğin belirtisi sayılabilir ve elbet bütün iyimserlikler gibi hoşgörüyle karşılanmalıdır. Ama, hoşgörülemeyecek olan, günün birinde AB kuralları böyle bir şeye olanak tanısa da, Türkiye'nin tam üye olmadan Euro sistemine geçmesini tasarlamaktır.
Bakan Derviş, Türkiye'nin tam üye olmadan Gümrük Birliği'ni tamamlayan tek ülke olduğunu, tam üye olan bütün devletlerin AB ile gümrük birliğini kendileri tam üye olduktan sonra, kararlara katılıp ağırlıklarını koyarak tamamladıklarını herhalde biliyordur.
Özün özü, ne demektir Gümrük Birliği? AB organlarınca saptanan dış ticaret ve dolayısıyla gümrük politikalarına uymak, değil mi? Bu bakımdan, hálá AB üyesi olmayan Türkiye, Gümrük Birliği'yle, oluşumuna katılmadığı politika ve kurallara uyma yükümlülüğü altına girmiştir. Hem AB üyeleriyle ticaretinde, hem de AB'nin ticari bağlantı içinde bulunduğu üçüncü ülkelerle kendi dışalım ve dışsatımlarında. Böyle bir durumun bize nelere mal olduğu, dış ticaret dengesizliğindeki rakamlarla açıkça ortadadır.
Bunun gibi, tam üye olmadan Euro sistemine girmek de, yönetimi ve uygulamaları bakımından hiçbir katılım, söz ve eleştiri hakkına sahip olmadan Frankfurt'taki Avrupa Merkez Bankası'nın kararlarına uymak, daha açıkçası büyük ölçüde Almanya tarafından belirlenen para politikalarına teslim olmak demektir.
Artık, birtakım insanlarımızın Avrupa Birliği konusuna bakışlarındaki sakat, hastalıklı ve akıldışı yaklaşıma mutlaka son vermek gerekiyor. Tam üyelik, ne pahasına olursa olsun Avrupa treninin üçüncü mevki vagonlarından birine kapağı atmaya yönelik çılgınca bir tutku olamaz. Bu, lehte veya aleyhte önyargılara değil, ulusal çıkarların akıllıca tartılmasına dayandırılacak bir hesap işi olmalıdır.
Bu hesabı iyi yapmadan saçma bir ‘‘Avrupa telaşı’’yla aptalca kararlar almak ve üstüne üstlük akıldan, hesaptan söz edenleri çağdışılık, şovenlik, darkafalılık gibi sıfatlarla suçlamaya kalkışmak, bu ülkeye ve halkına yapılacak en büyük kötülüktür. Vebalinin altından kimse kalkamaz.
Paylaş