Paylaş
Türkiye, Profesör Erol Manisalı'nın deyimiyle ‘‘bekleme odasında iğfal edilmek üzere’’ aday olarak Avrupa Birliği gerdeğine girmenin ürpertilerini yaşarken, bazı zahmetlere de hazırlanmak zorundadır. Bunların başında, Helsinki kapısı aralanır aralanmaz Ankara'nın eşiğini aşındırmak için sabırsızlanan bir yığın insana aktarılacak tezlerin oluşturulması geliyor.
Öyle tezler olmalı ki bunlar, hem karşıdakiler itiraz edecek yan bulamasınlar, hem de Türkiye kendi cumhuriyetinin temel ilkelerine ve ulusal çıkarlarına ters duruma düşmesin.
Özellikle de, Güneydoğu ve Kıbrıs konularında.
Niçin?
Bütün Türkler ağızlarıyla kuş tutsalar da Avrupa'yla tam üyeliğin gerçekleşeceğinden değil. Her şeyden önce, olmayacak bir duaya amin derken bile, kendi kendimizle tutarlı olmak için.
Bu bakımdan, bütün ülke İrlanda beraberliği, Clinton hayranlığı ve AGİT sarhoşluğu ile meşgulken, çok uzaklarda, İsveç, Norveç ve Danimarka'nın insanlarına bir şeyler anlatmaya çalışmak kadar öğretici bir temrin olamazdı.
Stockholm, Oslo ve Kopenhag'takiler, şimdi hiç olmazsa bir şeyi anlamış durumda: Türkiye'den koparılmış bir ‘‘Kürdistan devleti’’, olmayacak hayaldir.
Ama, on binlerce insanın yaşamı pahasına ve sınırın iki yanındaki sözde liderlerin beceriksizlikleri sonucunda öğrenilen bir acı dersle iş bitmiyor. Dünyanın bu köşesinde, hatta bütün köşelerinde etnik sorunları kurcalamanın, etnik temeller üzerine siyasal kurgular ve kuruluşlar yaratmaya kalkışmanın yanlışlığını Amerika'ya ve Avrupa'nın kuzeylilerine anlatmak gerekmekte.
Çağdaş, demokrat ve özgürlükçü olacağız derken, insanları din, mezhep ve dil kavgalarıyla dolu bir ‘‘Yeni Ortaçağ’’a sürüklemenin uçurum kenarlarında dolaşan yerli ve yabancı entel salaklara da.
Kaldı ki, İngiltere hálá Sevr'deki anlamıyla ‘‘Kürdistan projesi’’nden vazgeçmediği gibi, Almanya başta olmak üzere Avrupa'nın Cermenleri de azınlık hakkı ve ‘‘bölgesel ya da kültürel’’, yahut ‘‘hem bölgesel, hem kültürel’’ özerklik düşüncelerini henüz tam anlamıyla bir yana bırakmış sayılmazlar.
Oysa, Fransız Devrimi'nin vatandaşlık ve ulus kavramlarından kalkarak kurulmuş devletler ve bu arada Türkiye Cumhuriyeti için bunlar olacak şeyler değildir. Üstelik, yanlıştır da.
Ama, aynı devrim ve aynı kavramlar, insan haklarına, bireysel özgürlüklerin kutsallığına ve korunması gereğine de dayanır.
O halde, herkesi tatmin edecek bir tek formül vardır: ‘‘Bireysel özgürlüklerin birlikte kullanılması.’’ Azınlık statüsünün ya da bölgesel ve kültürel özerkliğin dar ceketleri içine zorla sokularak değil, öbür bireylerle serbestçe bir araya gelerek. başkalarının özgür tercihlerine engel olmadan.
Türkiye, bu kavramı geliştirip anlatarak, hem kendini korur, hem de dünyaya öncülük edebilir.
Paylaş