Paylaş
MECLİS'teki aklama paklama operasyonunun bu sonucu vereceği önceden belli değil miydi? En cahil vatandaşa göre bile belliydi. O halde, gazeteler ve televizyonlar olarak, bu olay hep birlikte abartıla abartıla, sanki sonunda anlamlı bir şey çıkacakmış gibi neden halka sunuldu?
Çünkü, siyaset sahnesinde sunulacak başka bir şey yoktu: Ne bugünkü sistemi sorgulayan, ne kirli çamaşırları ortalığa sermeye niyetli olan, ne de ülkenin insanlarına akılcı planlarla geleceğe dönük inanç ve umut veren.
Sahnede dolaşanlar, boşluğu doldurmak için dağarcıklarından çıkardıkları zavallı rolleri oynayarak o gülünç sonuçla perdeyi kapatmak zorundaydılar.
Kimi doğru ilkelerle ortaya çıkıp başkalarını yanlış ilkelerin savunucusu durumuna düşürerek yıpratmak peşindeydi ve bunu başardı; ama liderin ya da bir bölümün falsoları yüzünden kendi de yıprandı. MHP, ‘‘Biz istikrar mistikrar bilmeyiz; kirlilik varsa Yüce Divan'da aklanmalıdır’’ demekteydi; öyle idiyse, liderin oy kullanmadan durması nedendi? Fazilet de aynı söylemi tutturmuşken, gruptaki tayfalardan yarısının ortalıktan toz oluşu ne anlama geliyordu?
DSP, ANAP ve DYP'nin ise, zaten başlangıçtaki hareket noktaları ve duruşları yanlıştı; sonuçta da, Ecevit'in harika öncülüğüyle, beş paralık istikrarın ilkesiz savunucuları olarak oyunu bitirdiler.
Gözler, bu kirlilik panayırında tozu dumana katacak, arlanmaz rol sahiplerini teşhir edecek ve utanmazlıklarını yüzlerine vuracak bir partiyi aradı; ama, geçen dönem liderinin aynı rolleri oynayışı yüzünden sahneden silinmiş bir CHP, bu kez silik temizliğin temsilcisi olarak yine kayıptı. Oysa, ortam, daha önceki Anayasa değişikliği, büyük satışlar ve uluslararası tahkim olaylarında olduğu gibi, isyancı tavırların halk yığınlarını meydanlara dökmesine, iktidarları sarsmasına ve erken genel seçime varabilecek bir siyasal deprem yaratmasına son derece elverişli bir ortamdı.
Gelelim, bir bardak suda bu sahte fırtınayı yaratanların asıl fırtına koparmayı gerektiren bir patavatsızlık karşısındaki suskunluklarına: Avrupa Birliği'nin Türkiye temsilcisi, şimdiye kadar Kürt mikro-milliyetçiliğinin kışkırtılması yetmiyormuş gibi, şimdi de Alevi sorununu kaşımaya kalkıyor ve bir bakıyorsunuz, Dışişleri bürokrasisinin cılız tepkisi dışında, Meclis'teki partilerde ‘‘tık’’ yok. Alevi vatandaşlar bile ‘‘Bu, Türkiye'nin iç sorunudur; dış oyunlara gelmemek gerek’’ diyorlar da, öbürleri sus pus. Hatta, ‘‘Toplantıdan rahatsızlık duymadık’’ diyenler bile var.
Oysa, sorun, Avrupa Birliği'nin ‘‘Kopenhag kriterleri’’ diye ne olduğunu tam bilmeden ağzında gevelediği kavramları ele alıp ‘‘Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri çerçevesinde bu kriterleri yorumlayışımız şudur; başka türlüsünü kabul etmeyiz’’ demek ve kapıyı dış oyuncuların yüzüne çarpabilmek sorunudur.
Ama, iç politikadaki anlamsız rollerini bile yüzlerine gözlerine bulaştırıp dışa avuç açmış duruma düşenler, kişilik ve saygınlık isteyen bu rolü nasıl oynasınlar?
Paylaş