Paylaş
Sayın Cumhurbaşkanı, zorlaya zorlaya, en sonunda istediği Anayasa tartışmasını başlattı. Basının hemen her köşesinde, televizyonların bütün ekranlarında hep o tartışma.
Her tartışma gibi, bunun da kimin ne istediği bilinerek yapılması gerekir.
Cumhurbaşkanı ne istiyor?
Ankara Genç İşadamları Derneği'nce düzenlenen ‘‘Yönetim Sistemleri, Türkiye'de Yapılması Gereken İdari Düzenlemeler, Devletin Yeniden Örgütlenmesi’’ konulu toplantıda yapılan konuşmanın basına dağıtılan yazılı metnine bakınca, Cumhurbaşkanı'nın tam olarak ne istediğine ilişkin bir tek ipucu var: Parlamenter sistemden başkanlık sistemine doğru gidişte geçici olarak ancak bir süre devam edecek olan bir yarı-başkanlık dönemi.
Yine o metne bakılırsa, bu geçiş modeli Fransa'daki Beşinci Cumhuriyet'in sisteminden pek farklı değildir.
İki turlu seçimle halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı.
Cumhurbaşkanının parlamentoyu fesih yetkisi.
Bakan olan milletvekillerinin bu sıfatlarını yitirmeleri.
Senato gibi bir ikinci Meclis.
Cumhurbaşkanına referanduma gitme ve olağanüstü durum ilan etme yetkisi.
Ama, bu yalnızca bir geçiş dönemidir. O metin bile biraz derinlemesine incelenince görülüyor ki, Cumhurbaşkanı'nın gönlü, saydığı sistemler arasında, başkanlık sisteminden yanadır: İngiltere'deki koşullar ve unsurlar olmadığı zaman parlamenter modelin istikrarsızlığa yol açtığını söyledikten sonra, ‘‘çözüm, yasama ve yürütmenin birbirinden tamamen ayrılması’’dır diyor.
Ancak, Cumhurbaşkanı'na göre ‘‘böylesine kapsamlı bir anayasal reforma gidilmesi zaman alabileceğinden’’, şimdilik Fransa'daki gibi karma bir sisteme gidilmelidir.
Çoğu zaman herkesin yaptığı gibi, Sayın Cumhurbaşkanı da önceden hazırlanıp dağıtılmış olan bu metni okurken zaman zaman metin dışına çıkarak eklemeler ve saplamalar da yapmış.
Bunlardan bilinçaltını aydınlatma bakımından en ilginç olanı, ‘‘Başkanlık sistemi olunca, cumhurbaşkanından başka bir de başbakan arama zahmetinden kurtulmuş olunuyor’’ türünden bir sözdür. Gazetelere çeşitli biçimlerde geçen bu söz, Cumhurbaşkanı'nın ülke yönetiminde şimdikinden çok daha belirleyici ve etkili bir rol oynamak istediğini yansıtmıyor mu?
Nasıl bir belirleyicilik ve etkililik? Bunun yanıtı da, yüzyılın başlarında ‘‘Nasıl ileri gidebiliriz?’’ sorusuna yanıt arayanlardan örnek verirken sözünü ettiği ‘‘Ahrar Fırkası’’nın ideolojisinde aranmalıdır.
‘‘Ahrar’’ yani, ‘‘hür’’ olanlar, özgürler!
Nedense, Mustafa Kemal'in devrimci cumhuriyetçiliğine karşı çıkanlar, bunun bir çeşit ‘‘İttihatçılık’’ olduğunu söyleyerek, hep Prens Sabahattin ve şürekasının hür teşebbüsçülüğünden ve adem-i merkeziyetçiliğinden dem vurmuşlardır. Aynı sözlerin bunca yıl sonra tek kurtuluş çaresiymiş gibi yeniden ortaya çıkması dikkat çekici değil midir?
Cumhuriyetin çok daha başka şeyler söyleyip çok daha başka şeyler yaptığı unutularak.
Paylaş