Paylaş
KAMUOYU yoklamaları ve şimdiye kadar gelen haberler doğruysa, bugünkü Amerikan seçimlerinde çok ‘‘başa baş’’ bir yarış yaşanacak.
İlk kez değil. Daha önceleri de yaşanan bir durum bu. John F. Kennedy, ancak yüzde 0.02 bir farkla seçilmişti. Zaten, ilk bakışta tek dereceliymiş gibi gözüken başkanlık seçimi, aslında ‘‘seçici kurulu’’ denen bir çeşit ‘‘ikinci seçmenler’’ce tamamlanır. Elli eyaletten her birinin Kongre'deki senatör ve seçmen sayısının toplamı kadar ikinci seçmeni vardır; bunların sonuçta kime oy verecekleri hemen her zaman daha önceden bilindiği için, kimin başkan olacağı genel oylama günü sonunda belli olur. Ama, seçim günü kullanılan oylarla bunların ‘‘seçiciler’’deki duruma yansıması, eyaletlerin büyüklüğüne ve adayların oralardaki başarı durumuna göre değiştiği için, önceden yapılan tahminler her zaman tam tutmayabilir.
Ancak, daha öncekilerden daha belirgin bir ‘‘başa baş’’ görüntünün olması, bu kez, adayların ağırlıkları ya da ‘‘hafiflikleri’’ ile savundukları görüşler arasında da çok daha açık bir benzerliğin bulunmasından kaynaklanıyor: İkisi de vergilerin azaltılması ve sosyal güvenliğin yeniden düzenlenmesi konularında bir şeyler söylüyorlar; ama söyledikleri arasında çok büyük bir karşıtlık yok. Amerikan ekonomisi yaklaşık dokuz-on yıldır hayli iyi gittiği için, o konuda da çok büyük bir çekişmeden söz edilemez.
Dış ilişkilerde ise, bu yakınlık, yalnız bugün değil, her zaman Amerikan politikasının temel özelliklerinden biri olmuştur. Şimdi, ancak adayların bu konuya yatkınlıkları bakımından bir fark var: ‘‘Bush bu işlerde henüz acemi; Gore ise Clinton'ın yardımcısı olarak daha çok deneyim sahibi’’ deniyor. Ama, para ve yönetimdeki özellikler herkese her zaman ‘‘en iyi danışmanları bulma’’ olanağını verdiği için, böyle bir düşüncenin bile fazla ağırlık taşıdığı söylenemez.
Olsa olsa, halk yığınlarındaki değişiklik isteği ya da isteksizliği ağır basar.
Dolayısıyla, yarış, çoğu zaman dönüp dolaşıp adayların kişilikleri üzerinde yoğunlaşır.
Bu kez, Gore için ‘‘çok bilmiş, ama soğuk nevale ve ukala’’, Bush için de ‘‘cana yakın; ama cahil ve safalak’’ gibi şeyler söyleyenler çoğunlukta. Ne var ki, Amerikan politikasında asıl rol oynayan etken, aday ile vatandaşların büyük çoğunluğu arasında bir ‘‘imge bütünleşmesi’’nin bulunup bulunmadığıdır; yani insanlar adayı kendilerine ne kadar benzetiyorlar, onu ne ölçüde ‘‘kendilerinden biri’’ sayıyorlar; bu önemli.
Böyle olduğu içindir ki, demokrasi açısından bütün ülkeler için söylenenler, herhalde Başkan'ın bir bakıma doğrudan doğruya halk yığınlarınca seçildiği Amerika bakımından çok daha doğrudur: Başkan seçilen kişi, herhalde başa geçebilecek ‘‘en iyi Amerikalı’’ olmayacak.
‘‘Bu, onların sorunu’’ demek de yanlış. O ülkenin ağırlığını düşünürseniz, ‘‘en iyi olmayan Amerikalı’’nın seçilmesi bir bakıma dünyanın da sorunudur.
Paylaş