Paylaş
Avrupa Birliği'nin Helsinki kararıyla açıkça ortaya koymadığı ‘‘Kürt kartı’’ artık yavaş yavaş masaya sürülüyor.
Dışişleri Bakanı'nın Ankara'ya davet ettiği İsveç Dışişleri Bakanı'nın ‘‘Herkes kendi dilinde eğitim yapma hakkına sahip olmalı’’ dedikten sonra, ‘‘Bu, sadece İsveç'in değil, Avrupa Birliği'nin de isteğidir’’ demesi.
AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu üyelerinin, eski DEP milletvekili Leyla Zana ile görüşmelerine izin verilmeyişi üzerine Ortaklık Andlaşması'na göre yapmaları gereken toplantıyı iptal etmeleri.
Dicle üzerindeki Ilısu Barajı'nı ‘‘20-60 bin Kürt'ü topraklarından uzaklaştırmaya yönelik bir planın parçası’’ olarak gören İngiliz propagandasının ‘‘Hasankeyf'teki tarih kalıntılarını su altında kalmaktan kurtarma’’ görüntüsü altında bir Avrupa politikasına dönüştürmeye yönelmesi.
Bütün bunlar, Helsinki kararında ‘‘Kopenhag ölçütlerine uyma koşulu’’ etiketiyle genel ve üstü kapalı olarak geçiştirilen konunun önümüzdeki aylar ve yıllar boyunca nasıl yorumlanacağını gösteren açık belirtilerdir. O karar, özde, Atina'nın ve Londra'nın girişimiyle Ege ve Kıbrıs konularını birer Avrupa sorunu durumuna getirmeye yönelik olduğu için, fazla tepki uyandırmasın diye bir de Kürt sorununun ağza alınmasından bilinçli biçimde kaçınılmıştı.
Çabuk tam üyelik rüyası gören ve Ege'yle Kıbrıs'ı bol ödünle aşılabilecek yol engelleri sayanların gerçeği fark etmeleri için daha neyin olması gerekir? Ödünlerin bu iki sorunla sınırlı kalmayacağı ve Türkler'deki ‘‘Avrupa zaafı’’nı sonuna kadar kullanmaya kararlı AB tayfasının özelikle Kürt sorununda olmayacak istekler ileri sürüceği hálá anlaşılmadıysa ne zaman anlaşılacaktır?
Güneydoğu sorununun varlığını kabul ederek ekonomiden sosyal yapıya, hukuktan eğitime kadar çeşitli alanlarda cumhuriyetin temel ilkelerine uygun olarak çözmeye çalışmak başka şeydir, çözüm için Avrupa'ca önerilenleri tek çare olarak görüp o yönde davranmaya çabalamak başka şey.
Öyle anlaşılıyor ki, Avrupa, Kopenhag ölçütleri arasında ‘‘azınlıkların korunması’’ diye bir kavramın olmasından kalkarak Güneydoğu sorununu azınlık hukuku çerçevesine sokup ille de o yoldan çözüm bulmaya Türkiye'yi zorlamak niyetindedir. Oysa, dilleri ve kültürleri farklı insanların haklarını, ‘‘grup hakkı’’ olarak değil de, ‘‘bireysel özgürlükler’’ çerçevesinde görmek ve bu özgürlüklerin, zorunlu olarak değil, isteyen bireylerce birlikte kullanılmasını sağlamak gibi çözüm yolları da vardır. Sözde ilericilik olarak sunulan azınlık kavramının yanlışlığından tutun da bir cumhuriyette zorunlu eğitimin ancak o cumhuriyetin resmi diliyle yapılmasının zorunluluğuna kadar birçok şeyi, ezilip büzülmeden, bazen safalak, bazan da kötü niyetli Avrupalı'ya iyice anlatmak gerekecektir.
Her istenen yapılmaz; çünkü her istenen doğru değildir. Tehlike, ‘‘Avrupa malı iyidir’’ kompleksiyle Avrupa'nın her istediğini yapmak ve sonra, yine de açılmamış kapılar önünde, yaptıklarımızın pişmanlığıyla baş başa kalakalmaktır.
Paylaş