Paylaş
STRUMA'yı bulan Sualtı Araştırmaları Derneği'nin balıkadamları ne kadar kutlansa, yeridir.
Yalnız çalışmalarında gösterdikleri titizlik, özen ve sualtı arkeolojisi kurallarına saygı dolayısıyla değil, bu konunun Türkiye açısından taşıdığı önemi idrak ederek davrandıkları için.
Çünkü, bu batık başka batığa benzemez. Batırılışı, Türklere karşı dünyanın her yerinde neredeyse bir ‘‘gávurluk’’ tutkusuymuşçasına sürdürülen ‘‘Vur abalıya!’’ kampanyasının bir parçası olarak da kullanılmıştır.
İslam'ın Museviler konusundaki hoşgörüsünü ve Engizisyon'dan kaçanlara İkinci Beyazıt'ın kucak açışını unutturmayı, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Türklerle Museviler arasındaki ilişkilerin genellikle iyi olan niteliğini gölgelemeyi, yaygın düşmanlığa bir de bunu eklemeyi amaçlayarak.
Struma olayı, dostça ilişkilere karşın İsrail'e bile bulaştırılan bu genel kampanyanın bir parçası olarak kaldı. Şimdi inşallah düzeltilmiştir; ama, en azından altı yıl öncesine kadar, Tel-Aviv'deki Soykırımı Müzesi'nde o gemiyle ilgili resmin altındaki satırlarla suçlanan Türkiye'ydi. Musevilere karşı gösterilmiş acımasızlığın Türklerce de paylaşıldığını ima eden bir anlatım.
Oysa, dünkü Hürriyet'teki açıklamanın haklı olarak ortaya koyduğu gibi, asıl suçlanması gereken, kendi Ortadoğu politikası dolayısıyla geminin, değil Filistin'e gitmek, Akdeniz'e çıkmasını bile istemeyen İngiltere'ydi. Ayrıca, batırışın, Almanlar yerine Sovyet denizaltısına mal edilişi de, henüz tam açıklığa kavuşmamış iddialardan biridir.
Struma'nın bulunuşu, yakın tarihi araştıranlar için gerçeği ortaya koymak ve her şeyi yerli yerine oturtmak bakımından yeni bir fırsat yaratmış oluyor.
Cenevre'deki Birleşmiş Milletler binasında bir sergi: ‘‘Uluslar Arasında Haksever Diplomatlar’’ sergisi.
İkinci Dünya Savaşı boyunca Avrupa'daki Musevilere karşı Almanların sürdürdüğü soykırıma bütün kiliseler ve sözde tarafsız devletler resmen seyirci kalırken, kurban edilmek istenen insanları tehditlere ve tehlikelere aldırış etmeksizin koruyup kurtarmaya çalışan ve 1990 yılında İsrail'ce ödüllendirilen 17 diplomatın anısına.
Fotoğraflar, belgeler, açıklamalar.
En mutena köşede bir Türk diplomatı: Alman işgali altındaki Rodos'ta Türkiye Başkonsolosu Selahattin Ülkümen.
‘‘Türk vatandaşıdırlar; ölüm kamplarına yollayamazsınız!’’ diyerek 47 Musevi'yi kurtaran, sonra da evi Almanlarca bombalandığında eşini yitiren diplomatımız. İsrail böyle bir sergi düzenlemese, kimsenin haberi olmayacak.
Abamızın kalınlığından mıdır nedir, başkalarının unutmadığını unutmak, affetmeyeceğini de affetmek galiba bize özgü bir haslet.
Öcalan'a pasaport verip kucak açanlarla bir yıl geçmeden sarmaş dolaş olmak gibi.
Paylaş