Paylaş
İlan edilen, acılarını paylaştığımızı gösteren 3 günlük yas bu akşam sona eriyor. Ama savaş, savaş suçları, soykırımı andıran katliam pek sona ereceğe benzemiyor.
Böyle dönemlerde insan barışa ve demokrasinin temel değerlerine sahip çıkan, çatışmanın tırmanmaması için çaba harcayan bir ülkede yaşamanın, bir yüzyılı geride bıraksa da kendi tarihi ve dünya tarihi içinde hâlâ çok genç olan Cumhuriyet rejimini her alanda daha ileriye taşımanın, güçlü olmanın ve güçlü durmanın önemini çok daha iyi idrak ediyor.
Devletiyle, sivil toplumuyla, iş dünyasıyla bu sorumluluğu yerine getirmeye çalıştığımıza inanıyorum.
Beklentim bu savaşın da, yakın ve uzak çevremizdeki tüm savaşların da en kısa sürede bitmesi, Filistin başta olmak üzere tüm insanlığın barış, huzur ve güvenlik içinde yaşayacakları bir dünyanın kurulması.
Hayallerin gerçek olsa
Cumhuriyet’imizin 100’üncü yıl kutlamaları çerçevesinde birçok kurum ve kuruluş bu önemli eşik noktasını unutulmaz kılmak ve saygısını göstermek için etkinlikler yapıyor, belgeseller hazırlıyor, özel ürünler çıkarıyor, balolar düzenliyor.
Karaca tarafından ajansı VMLY&R ile hayata geçirilen ‘Sayende Cumhuriyet’ de bunlardan biri. En etkileyici yanı da Atatürk’ün çok sevdiği gibi sofrada buluşulması, toplumsal uzlaşmaya, bir arada yaşama kültürünü içselleştirmeye, en çok ihtiyacımız olan bu günlerde birlik ve beraberliğe vurgu yapılması.
Atatürk’ün tasarım aşamasında bizzat kendisinin de yer aldığı, kıyafetlerinde ve kahve fincanı gibi ürünlerde kullandığı GMK (Gazi Mustafa Kemal) sembolünün işlendiği 100’üncü yıla özel yapılan Cumhuriyet Yüzyılı porselen koleksiyonunun da sofrada kullanılması, duvardaki tabloda Atatürk’ün çok isteyip yiyemediği tek şey olan enginarın resmedilmesi filme ruhunu veren, estetik boyut katan detaylar arasında.
Hem koleksiyon, hem film hem de Pera Palas’ta Karaca Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Karaca’nın ev sahipliğinde düzenlenen, Atatürk’ün sevdiği yemeklerin sunulduğu, sevdiği şarkıların çalındığı, İlber Ortaylı’nın anlatımıyla Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını yorumladığı gece içimiz buruk olsa da 100’üncü yıla anlamlı bir armağan oldu.
8’inci yılında Gastromasa
Gökmen Sözen’in 8 yıl önce İstanbul’da başlattığı Gastromasa bu süreç içinde yeme-içme dünyasının en önemli etkinliklerinden birine dönüştü. Dünyaca ünlü gastronomi trendlerini belirleyen şefler bu kapsayıcı platform sayesinde Türkiye’yi Türk mutfak kültürünü daha yakından tanıdı. Türkiyeli şeflerle aralarında bağ ve iş birlikleri oluştu.
Gasrtomasa bu yıl 4-5 Kasım tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşiyor. Ben kendi adıma Ángel León, Dominique Crenn, Yoshihiro Narisawa, Rasmus Munk, Bruno Verjus, Andoni Luis Aduriz, Jordi Roca, René Frank, Antonio Bachour gibi şeflerin yaşadıkları coğrafyanın ürünlerini mutfaklarında nasıl kullandıklarını ve son yıllarda yaşanan değişime bakışlarını dinlemeyi, workshop’larını izlemeyi merakla bekliyorum.
Gökmen Sözen, Gastromasa’yı düzenlemeye başladığı günlerde hayalini kurduğu yurtdışına açılma hedefini de önümüzdeki yıl gerçekleştiriyor. ‘Gastromasa London Konferansı & Fuarı’, ‘Inspiration’ temasıyla 28-29 Mayıs 2024 tarihlerinde Olympia Congress Center’da yapılacak. Merakla bekliyoruz.
İzmir Körfezi’ne nazır balkon keyfi
İzmirlilerin en sevdiğim özelliklerinden biri de balkon keyfidir. Çok da kısa sayılmayacak bir dönem yaşadığım için bu kültürü iyi bilirim.
Ama ne yazık ki özellikle 2000’li yıllar sonrası yapılan apartmanlarda balkonlar oturulmayacak denli küçüldü ya da hiç kalmadı.
Kente konuk olarak gittiğimizde de kaldığımız otellerin büyük bir bölümünde balkon zaten yoktu. Geçtiğimiz hafta sonu konakladığım muhteşem manzaralı otelde İzmir’in sembollerinden geniş balkonlu bir odada kalınca geçmişe yolculuk yapmış gibi oldum.
İzmir İstinye Park’ın içindeki Hyatt Regency, kentin turizmine her açıdan artı değer katan bir otel olmuş. Mimari projesi ve tasarımı çok başarılı, odaların büyük olması ve bir bölümünde İzmir’in balkon geleneğini yaşatılması beni çok mutlu etti.
Böyle büyüleyici bir manzarada ağaçlarıyla, ahşap dekorasyonuyla ev sıcaklığı veren balkonda ne yeseniz mutlu olursunuz ama ayrıca peynirden şarküteriye, sosis-patates kızartmasından ‘fish&cips’e, kalamar tavadan mini hamburgerlere tüm menü çok başarılıydı.
Hyatt Regency’nin bir diğer önemli özelliği de sanat yapıtlarıyla iç içe olması. Ömer Uluç, Ergin İnan’ın aralarında olduğu Türkiye’nin en ünlü sanatçılarının büyük boyutlu tabloları her köşede karşınıza çıkıyor.
Bunu fark edince oteli bir galeri gibi dolaşmak istiyorsunuz. Tüm yapıtlar İzmir İstinye Park’ın ve dolayısıyla otelin mülk sahibi Orjin Grup’un koleksiyonuna aitmiş.
Odalarda da Ara Güler, Şakir Eczacıbaşı gibi fotoğraf sanatının ustalarının yapıtları yer alıyor.
Otelin kahvaltılarında kullanılan malzemeler de kalitesiyle ön plana çıkıyor. Ürünlerin büyük bölümünü yerel üreticilerinden temin ediyorlarmış. Ama 2 günlük kahvaltı serüvenimde beni en çok etkileyen servis ekibi oldu. Kapıda karşılamadan itibaren aldığınız hizmet öylesi zarif ve güler yüzlü ki insan “Acaba bu bana mı özel” diye düşünmeden edemiyor.
Ancak biraz salonu takip ettiğinizde ekibin bunu gerçekten içselleştirmiş olduğunu gözlemliyorsunuz. Hande Sarıoğlu, Derya Ulu ve Aslı Degene gibi işini aşkla yapan insanların bu sektöre katkısı çok büyük. Otelin Körfez manzaralı spor salonundaki ekipman da ‘Spasoul’un işlettiği spası da uzun zamandır karşıma çıkmadığı kadar iyiydi.
Tabii tüm bu başarının ardında Genel Müdür Zafer Canbaz var. Zaten sadece restoranda değil kapıdan girdiğiniz andan itibaren her yerde o farklı havayı hissediyorsunuz. Bu farklı anlayış umarım İzmir’in daha klasik yöntemlerle çalışan mekanik hizmet veren otellerine de yol gösterici olur.
Sushi Barba
İstinye Park’ta Masa, Fabrice, Dönerci Vedat Usta gibi İzmir’e gittiğimde ziyaret ettiğim birçok farklı restoran var. Bu kez de Asya mutfaklarından örnekler sunan Sushi Barba’yı deneyimledim.
Özellikle somon, akya, ton levrek ve çipura ile yaptıkları sashimi’leri, tatakileri, tempuraları, suşi ve maki rolleri çok başarılı. Taze Jumbo karidesli tempuranın tadı hâlâ damağımda. Projenin başında İstanbul’un önde gelen balık restoranlarından Park Fora’nın ortaklarından Çulha Ailesi’nin ikinci kuşağı Metehan Çulha var. Mutfak ekibi de Çin ve Japon mutfaklarında deneyim kazanmış Türkiyeli şeflerden oluşuyormuş.
Paylaş