Paylaş
Bu kez tüm riskleri bertaraf ederek Dalaman’a uçtuk, ardından iki buçuk saat kadar süren, koyların, muhteşem panoramanın tadını çıkardığımız, yılın en sıcak günü de olsa keyifli bir yolculukla Kaş’a vardık.
Kaş, Antalya’nın en zor ulaşılan ilçesi ama sanırım biraz da bu sayede betonlaşmadan daha az nasibini almış. Geçmişe oranla yüksek inşaatların sayısını artmış bulsam da diğer Akdeniz kentleri ve kasabalarıyla hatta Ege kıyılarıyla karşılaştırdığımda bana çok daha iyi durumda gibi geldi.
Zaten Antik dönemden bu yana birçok uygarlığın hüküm sürdüğü, tarihi kalıntılarla iç içe bir bölgeye yakışan, doğal güzelliğini bozmayan, yüzyıllar içinde oluşmuş geleneksel mimariye uygun anlayışta ve yükseklikte inşaatlar yapmak. Pansiyonların, butik otellerin olduğu küçük ölçekli turizmi desteklemek, kitle turizminden kaçınmak. Tabii bir de her türlü sebze ve meyve yetişmesi, verimli bir bölge olması nedeniyle gastronomi kültürünü geliştirmek. Yerelden beslenen, bölge mutfağını ve malzemeyi ön plana çıkaran bir anlayışla tasarlanmış restoranların sayısını arttırmak.
İnsan tekneyle 30 dakika süren yolculuk sonrası Yunanistan’ın kendine en uzak Türkiye’ye en yakın adasına gidince bunu çok daha iyi anlıyor...
MEİS’E YARIM GÜNLÜK KAÇAMAK
Yunanistan’ın en küçük, ana karasına en uzak ve Türkiye’ye en yakın adası Meis’e bugüne dek hiç gitmemiştim. Radisson Otel Grubu Bölge Pazarlama ve İletişim Müdürü Yeşim Doğukan ‘hadi gidelim’ deyince yarım saat içinde kendimizi resmi adı Megisti, yerel halkın Kastelorizo dediği Meis adasında bulduk. Kaş’a sadece 2.1 kilometre mesafedeki adanın büyük kısmı kayalık olduğu için yerleşim çanak şeklindeki limanın etrafına toplanmış.
Tekne ile kısacık yolculuktan sonra limana yaklaşırken karşıma çıkan tablo karşısında hayranlık ve hayıflanma duyguları arasında gidip gelirken ağzımdan çıkan ilk sözcük ‘neden’ oldu. Yüzyıllarca bir arada yaşamış aynı kültürü paylaşmışız, neden bir Akdeniz kentine, adasına uygun mimariyi onlar korur ve sürdürürken Kaş’a limana girdiğimizde bizi böyle estetik ve kimlikli mimari ve uyumlu renkli evler karşılamıyor diye düşündüm.
Restoranlardaki yemekler de tam adaya yakışır basitlikte ve tazelikte. Geleneksel tariflerden şaşmadıkları için hepsi lezzetli. Fiyatlar, Yunanistan’ın diğer küçük adalarına göre sanırım biraz daha yüksek. Ama yine de deniz kabukluları ve taze balık yediğinizde Türkiye’deki benzer yerlerden çok daha az ödüyorsunuz. Gittiğimiz Alexandra restoranda olduğu gibi balık söz konusu olduğunda pazarlığa da açıklar.
KAŞ’TA BİR İLK
Kaş’ın en büyük oteli ise çok kısa bir süre önce Çukurbağ Yarımadası’nda açılan Radisson Blu. Radisson Grubu’nun da Antalya’daki ilk oteli 50 odasıyla her ne kadar Kaş’ın en büyüğü olsa da mimarisiyle de bölgenin doğasına, butik otel anlayışına uyumlu inşa edilmiş.
İki katlı önünde özel havuzu ya da balkonu olan süit ve odalardan oluşuyor. Uzun konaklamalar da düşünülmüş olmalı ki içlerinde kullanıma hazır mutfaklar ve ekipmanlar da konmuş. Mimari projeyi Yeşim Kozanlı üstlenmiş. Kozanlı “Yeniyim ama Kaş’a aitim” duygusunu vermek üzere yola çıktığını söylüyor.
Tüm renkler pastel, el yapımı taş yer karoları kullanılmış.
Bahçenin tasarımında antikacılardan buldukları objelere de yer vermişler. Ortak alanda denize nazır büyük bir havuzu da var ama birkaç yüz basamak inmeyi göze alırsanız denizin kıyısındaki komşu tesisin plajından, denizinden de yararlanabiliyorsunuz. Ancak Kaş’ın içinde ve farklı koylarında çok özel plajlar da mevcut...
MA URLA
Urla’nın en önemli restoranlarından biri olan OD Urla’ya bölgeye ne zaman gitsem mutlaka bir akşam ayırırım. Camdan duvarlarıyla açık mutfağıyla, kokuların birbirine karıştığı ‘baharat bahçesiyle’ ve tabii ki kendini hep yenileyen menüsüyle, adını aldığı ateşiyle insanı sanki başka bir boyuta çeker. Ama bu son gidişimde bahçede zeytin ağaçları altında deniz ürünleri restoranı ve ‘su’ anlamına gelen MA Urla’nın menüsünü deneyimledim.
Denizden şölenimiz sütlü ekmek ve botarga ile başladı. Sonra Ma’nın mutfak şefi Kerem Halıcıoğlu dinlendirilmiş orkinosları, deniz levrek ve çipuraları getirdi ve hangi bölümden neleri nasıl yaptığını anlattı. Urla dışında bu kadar kaliteli ve taze balık bulmak kolay değil. Ev yapımı Antep fıstığı sütü ile hazırlanan asidik sosla servis edilen dinlendirilmiş çipura dilimleri; beş altı gün dinlendirilmiş, çok az yağlı ‘akami’ bölümünün yüksek ısıda beş saniye kadar sırlandığı orkinos; yanında ev yapımı portakal reçeli ve zencefil turşusuyla dinlendirilmiş orkinosun karın bölgesinden çiğ dilimler bugüne dek yediğim en lezzetliler arasındaydı.
Ara sıcaklara tahinli süzme yoğurt ve koyu bir et suyuyla sunulan iki aşamalı pişirilmiş patlıcan ve lagos, karides tempura ile geçiş yaptık. Kimyon tohumunda kızdırılmış tereyağı ve kale cipsi ile servis edilen kalamar humus ikilisiyle ardından gelen, ekmek banarak yemekten kendimi alamadığım taze zencefil ve rakılı soslu fener kavurma da en az onlar kadar mükemmeldi.
Osman Sezener aynı anda iki mutfağı da orkestra şefi gibi yönetiyor. Arda Can Yunt ve Kerem Halıcıoğlu başta olmak üzere tüm ekibiyle birlikte operasyonun altından kalkıyor...
KAHVALTI VE YEMEK
Otelin abartıya kaçmayan açık büfe hazırlanmış kahvaltısı başarılıydı. Özellikle dereotlu poğaçalarını çok sevdim. Kahvaltı salonu ve bahçesi akşamları Türk mutfağı ağırlıklı yemeklerin yer aldığı Zeugma adlı şık bir restorana dönüşüyor. Menüde soğuk ve sıcak mezeler et- balık ve kebap çeşitleri var.
Bir diğer restoranları da Uzak Asya mutfaklarından çeşitlerin yer aldığı Terasu’shi. Tempuraları karışık sebzeli noodle’ları iyiydi. İki restoranın menülerinde yer alan yemekler, yeni bir araya gelen mutfak ekipleri biraz daha deneyim kazandığında çok daha iyi olacaktır.
Paylaş