Paylaş
Pantheon, Trevi Çeşmesi, Collesium, İspanyol Merdivenleri, Campo de Fiori gibi turistik yerleriyle tanıdığım Roma da benim için böyle oldu. Bu kez Roma’yı Master Card’ın Türkiye ve Azerbaycan Genel Müdürü Yasemin Bedir’in davetiyle 18 yıl önce başlatılan ‘Paha Biçilemez Kentler’ projesi kapsamında dolaştık. Rehberimiz ise Dünyaca ünlü sanatçı Angelo Bucarelli’ydi.
Bir İstanbul aşığı olan, bir dönem Galata’da yaşayan Bucarelli’nin 13. İstanbul Bienali kapsamında hazırladığı “Su: Aşkın Gözyaşları Gibi” başlıklı enstalasyonu da büyük ilgi görmüştü.
Bucarelli’yle ilk durağımız, aslında bir turist olarak gelmeyi düşünmeyeceğimiz Roma’nın güneyinde Lazio bölgesindeki modern iş ve yaşam alanı oldu.
Sanatçı bizlere Mussolini’nin 1936’da iktidarının yirminci yılını kutlamak amacıyla bölgede inşa ettirmeye başladığı, görkemli binalardan oluşan projenin öyküsünü anlattı.
Bugün EUR olarak adlandırılan bölgedeki Palazza Della Civilta Italiana, Faşist dönemin simge yapılarından biri kabul ediliyor.
Yeme-içme ve konaklama
Roma hem konaklama hem yeme-içme konusunda geleneklerini koruyor. Kaldığımız otel Hotel d’Inghilterra günün koşullarına göre yeniden tasarlansa da 600 yıllık bir binaydı. Gastronomi kültürü de geçmişi unutmadan gelişiyor.
Taze makarnaları, pizzaları, deniz ürünü, balık ve sakatat yemekleri Roma mutfağının temelini oluşturuyor.
Bu seyahat sırasında keşfettiğim eski makarna fabrikasının içindeki Pastificio Cerere, Roma’nın en güzel manzaralı restoranı Casina Valadier, deniz ürünlü makarnalarıyla Due Ladroni, Ristorante Bar Del Fico ve dondurmacı Giolitti lezzetleriyle önereceğim yerler arasında.
Roma’lılar sokakta yaşamayı ve sokakta yemeği seviyor.
Neredeyse tüm ara sokaklardaki restoranların kapılarının önlerinde masaları var. İnsan sadece bu sokakları görünce bile ‘Ah İstanbul ah’ diye iç geçirmekten kendini alamıyor.
Çağdaş sanatın ünlü isimleri
İkinci durağımız ise bir dönem endüstri bölgesi olan şimdi bohem sanatçıların stüdyolarının yer aldığı San Lorenzo’daki eski bir makarna fabrikasıydı. İtalya’nın önemli ressamlarından Marco Tirelli’nin bu eski makarna fabrikasındaki atölyesine konuk olduk.
Pirelli’nin, soyut ve belirsiz formlardan oluşan ışık ve gölge ile etkileşime sokarak yarattığı, üç boyutlu olarak algılanan resimlerinin ortaya çıkışını kendisinden dinlemek paha biçilemez bir deneyimdi.
İtalya’nın son dönemde öne çıkan ünlü sanatçılarından Pietro Ruffo’nun stüdyosu da yine aynı binada yer alıyordu. Dünya ve etik ilişkisini sorgulayan, son dönemde göç sorununa yoğunlaşan Ruffo’nun üç boyutlu gerçeklik üzerinde duran yapıtları da çok ilginç ve düşündürücü.
Trajan’s Market’i ve Palazzo Valentini’yi ise 45 yıldır Roma’da yaşayan, doğal olarak kendini bu kente ait hisseden Ömer Engin As rehberliğinde dolaştık. Etkisinden hâlâ kurtulamadığım, Trajan Market modern mimarinin, AVM’lerin ilk örneği. Sanırım henüz dünyada daha başarılı bir örneği yok!
Master Card’ın İstanbul’un da dahil olduğu 44 kenti kapsayan Paha Biçilemez Şehirler programı sadece kentte yaşayanların deneyimlediği bir proje değil.
Roma seyahati sırasında dolaştığımız yerler, mesela Palazzo Valantini kart sahibi seyahat severler tarafından bizim yaptığımız gibi özel açılan saatlerde arkeolog eşliğinde dolaşabiliyormuş.
Kişi başı 2 bin dolara bir yemek oyunu
Bir süre önce “Biz Özyeğin Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları son sınıf öğrencisiyiz. Aynı zamanda bulunduğumuz üniversitenin çatısı altındaki Le Cordon Bleu İstanbul ‘Le Grand Diplome’ mezun adaylarıyız. Yazılarınızı dikkatle takip ediyoruz. Sizin genç şef adaylarını desteklediğinizi biliyoruz” diyen bir mail aldım.
Halil Can Durmaz, dünyanın en iyi 16’ncı restoranı olan İspanya’nın Bibao kentindeki 3 Michelin yıldızlı ‘Azurmendi’de 4 ay çalışmış. Eylül Tunççevik ise San Sebastian’da bünyesinde Mugaritz, Nerua gibi dünyaca ünlü restoranları bulunduran grubun Restaurante Ni Neu adlı restoranında dört ay staj yapmış.
Şimdi ise ikisi dünyanın en sıra dışı restoranı kabul edilen, bu yıl ‘Dünyanın En İyi 50 Restoranı’ listesinde 42. sırada yer alan Şangay’daki Ultraviolet by Paul Pairet’de çalışıyorlarmış.
Can ve Eylül, Ultraviolet’yi “Mekan konsepti, misafir karşılama, mutfaktaki sunum teknikleri, tat kombinasyonlarıyla hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir restoran” olarak tanımlıyor. Öncelikle yeri gizliymiş, konuklar belirlenen bir saatte belirlenen bir yerden özel arabayla alınıyormuş.
Gecede tek bir masada 10 kişi misafir ediliyor, sadece yemek değil gelenlerin 5 duyusu da hedefleniyormuş.
Örneğin trüf mantarı temalı bir yemek trüf kokuları arasında ve o an dünyanın en büyük trüf avı yapılan ormanı içinde olduğunuzu hissettirecek şekilde tasarlanan bir odada yeniyormuş.
Üç ay önceden rezervasyon savaşının ardından ödenen ücret ise kişi başı 2 bin dolarmış!
Türkiye’den genç iki şef adayının böylesi farklı deneyimler edindikleri sıra dışı restoranda staj yapması, hem kendileri hem de ülke gastronomisi için çok önemli. Kendilerini bu gayretlerinden dolayı kutluyorum.
Gurmelerin seçimiyle en iyi restoranlar
Kenan Erçetingöz başkanlığında oluşturulan ve Güngör Uras, Ertuğrul Özkök, Güneri Cıvaoğlu, Fatih Altaylı, Mehmet Yaşin, Ahmet Örs, Ali Esad Göksel, Sermet Severöz, Mike Norman, Dilara Koçak, Olcayto Ahmet Tuğsuz, Arda Türkmen ve benim de içinde yer aldığım ‘Gecce Gurme Kurulu’nun değerlendirmeleri, mobil editörlerin seçimleriyle oluşturulan Best Restaurant Summer / 2016 Ajandası yayınlandı.
Bu yıl, İstanbul, Bodrum ve Çeşme’deki popüler yaz mekanları, barlar, restoranlar ve otellerin yer aldığı ‘2016 Best Restaurant Summer’ iyi bir rehber olmuş. Nereye gitsek diyenlere öneririm...
Paylaş