Paylaş
Aklıma önce babam geldi. Yaşasaydı artık kayaların üstünde oltasıyla balık tutamazdı, tutsa bile getirdiği balıkları yiyemezdik.
Sonra da balıkçılıklar, balıkhanede çalışanlar, konserveciler, balık restoranları ve denizden beslenen, geçinen koskoca bir sektörü düşündüm...
Üstelik de sadece Gelibolu’da değil, tüm Marmara havzasında, hatta belki Kuzey Ege ve Karadeniz’de. Marmara kadar yaygın olmasa da oralardan gelen haberler de hiç iyi değil.
Kıyılarımızın büyük bir bölümü müsilaj işgali altında.
Çevre Bakanlığı denizin temizlenmesi için üç yıllık bir süre vermiş.
Umarım elbirliğiyle çok daha kısa süre içinde bu sorun çözülür, müsilaj felaketinden etkilenenlere gerekli destek verilir.
Ama belli ki artık pek az şey eskisi gibi olacak. İnsanlar uzunca bir süre balık ve deniz ürünü yemekten korkacak.
Yeme-içme severlerin burun kıvırdığı yetiştirme balığa olan rağbet de muhtemelen artacak. İthal balıkları balıkçı tezgahlarında ve restoran vitrinlerinde daha çok göreceğiz.
Belki de balıkçılarımızdan coğrafi işaret talep edeceğiz.
Ancak bu çevre felaketinde hepimizin rolü var, bu sonu elbirliğiyle hepimiz hazırladık, kimimiz sorumluluklarımızı yerine getirmeyerek kimimiz de yapmamız gerekenleri yapmadığımız, çevreyi acımasızca kirlettiğimiz için.
Uzmanların uyarılarını, denizin çığlığını zamanında dinlemediğimiz için.
Teknik adıyla müsilaj, balıkçıların adlandırışıyla ‘deniz salyası’ Marmara’nın yapısına ve doğasına aykırı şekilde atıkların arıtılmadan bırakılması sonucunda ortaya çıktı.
Çoğaldı, denizin ne akıntısı ne de dalgası onları kontrol altına alabildi.
Almadığımız her tedbir onları coşturdu, daha da fazla çoğalmaya, daha fazla alanı kontrolleri altına almaya yöneltti.
1990’larda başlayan müsilaj oluşumu, denizanası istilası, kahverengi, yeşil, kırmızı sular, dip balıklarının ölümü harekete geçmemize, önleyici tedbir almamıza yetmedi.
Olan biteni Erin Brockovich’in yaşadığı kasabadaki kimyasal atıkların içtikleri suya karışmasına karşı verdiği savaşı anlatan filmiymiş, sanki bize çok uzakmış, ucu bize dokunmazmış gibi izledik.
Geç kalsak da yaşamaya başladığımız felaket bize arıtma tesislerinin önemini, atıklarımızı işlemeden denize vermekle onlardan kurtulamayacağımızı gösterdi.
Şimdi hızla önlem alma zamanı.
Uzmanların söylediğine göre müsilajı parçalayarak ya da toplayarak bitirmenin imkânı yok.
Tek yol denizlerimiz kirletmeye son vermek.
Doğanın dengelerini yeniden kurmasına yardımcı olacak tedbirleri almak.
Aksi taktirde Karakin Deveciyan’ın 1915 tarihli çalışmasında tespit ettiği Marmara Denizi’ndeki 124 çeşit balıktan geriye kalan birkaç cins balığı da bundan sonra tezgahlarda ve sofralarda göremeyebiliriz.
Ayrıca şimdiden öngöremediğimiz hastalıklarla ve hiç tahmin edemeyeceğimiz sorunlarla da karşılaşabiliriz.
Hep birlikte çaba harcayalım, balıklarımızın, deniz canlılarımızın oksijensizlikten boğulmasına, atıklarla kirlenmesine izin vermeyelim...
Bağlardan ve tarladan sofraya...
İş insanı Selim Ellialtı 20 yıl kadar önce profesyonel yaşamına ara verdi, Gelibolu Yarımadası Kabatepe mevkiinde bağ, zeytinlik ve tarım arazileri alıp yaşam arkadaşı Pınar Ellialtı ile birlikte çiftçiliğe başladı.
Ellialtı çifti, oğullarının adını verdikleri Bozok bağları doğal ve organik ürünleri markası Kilye, bu ürünleri tüketiciyle buluşturdukları butik marketleri, Suvla Bistro Wine Bar ve sonra Kilye restoranlarıyla 10 yıl içinde gastronomi dünyamıza büyük katkısı olduğunu düşündüğüm bir yapı kurdular.
Ankara, Bodrum
Marina ve İstanbul mağazalarından sonra şimdi de Antalya’da yeni mağaza açmışlar.
Çanakkale yerli tohum domatesle yaptıkları katkısız konserveler, her türlü zeytin ürünü, asma yaprağı, ekşi- tatlı pekmezler, yerli buğday organik un, marmelat, sofra aksesuvarları gibi ürünler bulunuyormuş...
Chiapas kahvesi
İstanbulluları Meksika mutfağı ve kültürüyle tanıştıran ilk restoran olan Ranchero son bir yıldır taze tortilla, acı sos ve baharat karışımlarını Ranchito markasıyla evlere de servis yapıyordu. Şimdi de Meksika’nın Chiapas bölgesinde üretilen organik sertifikalı kahveleri ithal etmeye başlamışlar. Farklı tatlar peşinde olan kahve tutkunlarının aklında bulunsun...
Daha yeşil bir dünya için
Dünyanın geleceğine dair kaygılar arttıkça yerli yabancı birçok markanın çevre duyarlılığı her geçen yıl artıyor ve sosyal sorumluluk projelerine imza atıyorlar. Renklerle iç içe bir yaşam gustosu sunan, Norveç çıkışlı Jotun da bu markalar arasında.
2017 yılında başladıkları Yeşil Adımlar projesi bu yıl insansız hava araçlarıyla gerçekleştirdikleri tohum atışıyla devam ediyormuş. 250 bin Toros Sediri ve Kızılçam tohum topları ekim ayında Mersin Silifke ilçesinde ekilmeye başlayacakmış.
Toplamda 250 bin tohum topu atışı sayesinde özellikle çorak bölgelerin yeşillenmesi hedefleniyormuş...
Sürdürülebilirlik stratejisi ve hedefleri
Hafta içinde Metro Türkiye CEO’su Sinem Türüng, Zoom üstünden bir toplantı yaparak yıllık bazda sürdürülebilirlik performanslarını değerlendirdikleri raporun beşincisini paylaştı.
Pandemi koşullarının var olan küresel sorunlar için bir büyüteç görevi üstlendiğini vurguladı.
Rapora göre azalan doğal kaynaklar, iklim değişikliği, kesintiye uğrayan tedarik zincirleri, kapatma kararları ile durma noktasına gelen sektörler, işini ve sağlığını kaybetme riski taşıyan milyonlarca insan tüm kurumları ‘birlikte çalışmanın’ yeni yollarını bulmaya itmiş.
Metro Türkiye de ihtiyacı ve talebi de göz önünde bulundurarak; gıda ürünlerinde izlenebilirlik, organik, vegan ve yerli ürün çeşitliliğini artırma, gıda atıkları ile mücadele gibi konulara odaklanarak sürdürülebilirlik alanındaki etkisini daha da genişletmiş.
2020-2024 dönemi için de izleyecekleri sürdürülebilirlik stratejilerini ve sürdürülebilirlik hedeflerini belirlemişler.
Gıda güvenliği, hayvan refahı, organik ve yerli ürünler ile sürdürülebilir kaynak kullanımı alanındaki projelerine öncelik vermeyi kararlaştırmışlar. Coğrafi işaretli ürünlerin de her yıl yüzde 20 artırmasını hedefleri arasına almışlar...
Paylaş