Paylaş
Michelin’in ve geleceği duyurulan Gault&Millau gibi uluslararası rehberlerin imparatorluk mirası çok kültürlü mutfağımızı dünya sahnesine çıkartmaya, gücünü ve zenginliğini göstermeye katkısı kuşkusuz büyük olacaktır.
Bildiğiniz gibi rehberin ilk seçkisinde 38 tavsiye edilen, 10 Bib Gourmand, bir yıldızlı dört ve iki yıldızlı 1 olmak üzere 53 restoran yer alıyor. Ben her birinin aldığı ödülleri fazlasıyla hak ettiğine inanıyorum.
Sonuçlar açıklandığında çok gururlandım. Sanıyorum en az şefler ve işletme sahipleri kadar da heyecanlandım.
Veganlığın, vejetaryenliğin ve yeşil anlayışın yükselişte olduğu bir dönemde sürdürülebilir gastronomi felsefesini benimseyen restoranlara iki yıl önce vermeye başladıkları ‘Yeşil Yıldız’ ödülünü de anlamlı ve teşvik edici buldum.
Michelin ekibini de altı ay gibi kısa bir sürede böylesine büyük bir işi başardıkları, İstanbul’un gastronomik ekosistemini keşfedip kendi kriterlerine uygun restoranları seçebildikleri için kutlarım.
Onlar müfettişler kaç kişi, nereli ve kaç kez ziyaret benzeri sorularımıza cevap vermemiş olsalar da sanırım çok çalışmışlar, çok emek harcamışlardır.
Ancak ödül gecesinin ertesi günü düzenlenen yuvarlak masa toplantısında Rehber’in Uluslararası Direktörü Gwendal Poullennec’la da paylaştığım gibi sonuçlar açıklandığında biraz hayal kırıklığına uğradım.
Çünkü orada olmayı hak eden pek çok restoranı listelerinde göremedim, ‘Tavsiye Edilenler’ bölümünde de biraz karmaşa olduğunu düşündüm.
Umarım bundan sonraki yıllar için yapılan hazırlıklar daha kapsamlı olur, daha çok işletme Michelin’in hazırladığı rehberde kendine yer bulur. 15 milyonu aşkın nüfusa sahip bir megapolün içinde barındırdığı değerlere haksızlık edilmez.
Ve rehberin gelmesinde katkılarının büyük olan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un sonuçların açıklandığı gecede söylediği gibi önümüzdeki yıl dünya turizminin önemli destinasyonları arasında olan Bodrum, Çeşme, Urla, Alaçatı ama aslında Ankara, Antalya, Adana, Bursa ve Gaziantep de Michelin’in kapsama alanına girer...
BİR KEZ DAHA TEBRİKLERİMLE
∆ 2 Michelin Yıldızı
TURK / Fatih Tutak
∆ 1 Michelin Yıldızı
Araka/ Pınar Taşdemir
Mikla/ Cihan Çetinkaya
NeoLokal/ Maksut Aşkar
Nicole/ Serkan Aksoy
∆ 1 Yeşil Yıldız
NeoLokal/ Maksut Aşkar
Antalya’ya sadece 7 Mehmet için bile gidilir
Mehmet Akdağ’ın anlattığı Sinan Hamamsarılar’ın kaleme aldığı ‘7 Mehmet Hikayeler, Ürünler ve Tarifler’ kitabı uzun süredir masamın üzerinde. Kimi zaman muhteşem kıvrak bir dille yazılmış kuruluş öykülerini okudum kimi zaman da tariflerine fotoğraflarına baktım.
Sonunda da gidip sevdiğim, tadı damağımda yemeklerini bir kez daha yiyip, ardından yazmaya karar verdim.
İyi ki de öyle yaptım, geç bir öğlen yemeği diye başlayıp erken bir akşam yemeğine dönüşen günün ardından arkadaşlarımla uçağa binip dönerken işte bir yemek için şehir değiştirmek, lezzetin peşinden seyahat etmek bu olsa gerek dedim.
Bu kez zeytinyağlı beyaz üzüm yaprağından beyin salatasına, işkembe çorbasından karışık ot kavurmasına, bamya kızartmasından tereyağlı karidese, tava barbunyadan bademli iç pilav üstü fırın köy tavuğuna hem özlediklerimizi hem de Mehmet Akdağ’ın önerilerini denedik.
Finali ise bademli keşkül ve muhteşem manda kaymağı eşliğinde kabak tatlısıyla yaptık. Her bir tabak tabii ki birer imza yemeğiydi.
Bazen yediğiniz bir yemeğin çok benzerini ya da aynısını başka bir yerde bulabilirsiniz. Ama 7 Mehmet’te yediğiniz her şey üründen pişirme yöntemine, malzemelerin eşleşmesinden sunumuna özel.
Bu yüzden de oraya bir kez giden müdavimi oluyor, aklı orada kalıp hep geri dönüyor.
Kuşkusuz bu başarının ardında üç kuşaktır kendini yenileyerek dededen toruna sürdürülen bir gelenek, özenle seçilen malzeme ve yaratıcılık var.
Sinan Hamamsarılar’ın yazdığı gibi “Bütün bunlar ürünü, mevsimleri, ısıyı etkileşimleri, ürünler arasındaki uyumu, dolayısıyla lezzetin kimyasını çok iyi bilmeyi gerektirir... Dolayısıyla benim gibi pek çok ‘şikemperver’ misafir için 7 Mehmet bir yemek cennetidir. Antalya’ya sadece 7 Mehmet’te yemek yemek için bile gidilir”.
Alfa Yemek’ten çıkan 7 Mehmet kitabını alıp bu kendine has restoranın 1937’de başlayan serüvenini, ilginç hikâyelerini okuyun, ardından da tüm yalınlığına karşın, her birinde fark yaratan dokunuşları olan yemek tariflerini denemeye başlayın derim...
FrankIe yeni yerinde
Kaya Demirer’in 10 yıl kadar önce Nişantaşı’nda açtığı Frankie İstanbul kısa sürede kentin cazibe merkezi restoranları arasına girmişti.
Pandemi koşulları ve ardından otelin el değiştirmesiyle mekân kapılarını kapattı. Ancak Demirer bu yılın başında ‘dream’le yeni bir iş birliğine giderek Frankie’yi Galata Port’a taşıdı.
Frankie İstanbul’un yeni menüsünü Kaya Demirer ve daha önce de birlikte çalıştıkları dream marka şefi Melih Demirel birlikte kurgulamış. Akdeniz’e özgü yerel malzemelerle Asya mutfaklarının pişirme teknikleri ve baharatlarını harmanlayarak yeni bir konsept yaratmışlar. Mutfağın başında da yine ünlü şeflerimizden Aykut Doğanok var.
Menü de çok pratik tasarlanmış. Küçük paylaşımlıklar çiğ, salata, fırın-ızgara, pirinç-makarna ve tempura başlıkları altında toplanmış. Büyük paylaşımlıklarda da 4 ana yemek yer alıyor.
Menüden deneyimlediğim sinarit dilimleri, akya tataki, ızgara ahtapot, mantarlı ev yapımı spagetti, mücver, tempura Mersin karides çok lezzetliydi. Josper dana T-bone ise son dönemde yediklerim arasında açık ara en iyisiydi.
Frankie’nin müzik danışmanlığını da Mehmet Koryürek (DJ Aksak) üstlenmiş. Müziğin temposu ilerleyen saatlerde hızlanıyor.
Paylaş