Paylaş
Döndükten sonra ne zaman özel, ruhumuzun dinleneceği bir tatil yapmak istesek İskandinavya ilk aklımıza gelen yer oldu.
Klişelerin aksine her mevsiminin de ayrı güzelliği vardır. Geçen yıl Helsinki’de iliklerime dek titremek çok hoşuma gitmişti.
Oslo’nun serin yazı, bir türlü batmayan güneşi ise bir başkadır.
Bu kez de Stockholm’ün yeşile, maviye doyduğumuz eylülünü çok sevdik. Bizi karşılayan bir başka sürpriz de Carl Gustav’ın tahta çıkışının 50’nci yılı kutlamalarına denk gelmemiz, açık atlı arabasıyla caddelerden geçen kralı yakından görme imkânı bulmamızdı.
1980’lerden itibaren birkaç kez gittiğim kent tabii ki yıllar içinde az da olsa değişime uğramış yüksek binalar da yapılmış ama ‘Gamla Stan’ eski kent bölgesi tarihiye, kültürüyle binalarıyla tamamen korunmuş.
1252 yılında anakara yanı sıra 14 adanın üzerinde kurulan, Maleren Gölü ile Baltık denizini birleştiren kanalları olan Stockholm çevresiyle birlikte 2 milyonu bulan nüfusuyla İskandinavya’nın en büyük kenti.
Biz bir kente tatil için gittiğimizde genellikle periferisinde kalmayı seçeriz ama bu kez çok isabetli bir kararla Gamla Stan’ın tam karşısında ve tabii yürüme mesafesinde merkez tren istasyonunun hemen yanı başındaki Radisson Waterfront’da kaldık. Otelin çok katlı yeni binalardan biri olmasını bir kenara bırakırsak, boydan boya cam pencerelerinden Gamla Stan, kanal, köprü panoramasıyla günün her saatini bize büyüleyici kıldı.
Kültür ve sanatın en önemli başkentleri arasında olan Stokcholm’de 100 kadar müze var. Ancak bu kez Avrupa’nın en büyük ve en eski müzesi olan National Museum’u dolaştık. Daha önce gittiğim Modern Sanatlar Müzesi de bir o kadar etkileyiciydi...
Restoran önerileri Mehmet Gürs’ten
Bu kez seyahate çıkarken Finlandiya’da doğup İsveç’te büyüyen, iki ülkeye de sık sık giden ünlü şefimiz Mehmet Gürs’ün önerilerini aldım.
İlk durağımız, Östermalms Saluhall (Food Hall) oldu. Güne çok özlediğim taze karidesli, somonlu açık sandviçleri ile başladık. Tam bir gastronomik durak olan, İsveç’in en iyi ürünlerini bulabileceğiniz ‘Saluhall’da alışveriş de yapabiliyorsunuz.
Deniz ürünleri ağırlıklı Restoran Sturehof, İsveç mutfağının en iyi örneklerini sunan tarihi Restaurang Prinsen ve çok hoş bir İtalyan restoranı olan, pizzalarıyla ünlü Babette Stockholm’e giderseniz mutlaka sizin de listenizde olsun.
Karides, somon, morina, ringa gibi deniz ürünlerini, tam mevsiminde olan chanterelle/ sarı kız mantarı gibi özlediğim tatları en taze, en yalın ve ister çiğ ister geleneksel yöntemlerle pişirilmiş olsun özü korunmuş halleriyle yemek çok güzeldi.
Ancak birçok Avrupa kentinde olduğu gibi restoranlarda özellikle hafta sonları aylarca öncesinden yer ayırtmadıysanız yer bulmak mümkün olmuyor. Mehmet’in önerilerinden Frantzen ve Eksted ise bir başka seyahatimize kaldı....
Turizmde öncü bir anlayış
1970’lerin sonunda Eski Foça’da bulunan ve o yıllarda efsane gibi olan Club Med’e gittiğimde o döneme göre her anlamda öncü alternatif tatil köyü anlayışından çok etkilenmiştim.
Hatırladığım kadarıyla konaklayanların çoğunluğu da Fransız turistlerdi. Ama nedense bu benim ilk ve tek Club Med deneyimim oldu.
Geçen hafta marka danışması arkadaşım Başak Pelister, “Seni Avrupa ve Afrika CEO’su Anne Browaeys ile tanıştırmak istiyorum” deyince o ilk gençlik yıllarım film şeridi gibi gözümün önünden geçti.
Ve bu oluşumun pek de bilmediğim kuruluş öyküsünü keyifle dinledim.
İkinci Dünya Savaşı’ndan yorgun çıkan Avrupalılardan Gerard Blitz 1949 yılında Korsika sahillerinde bir çadır köyü keşfeder.
Açık havada doğayla iç içe tatil, spor, eğlence ve iyi yemeğin olduğu ‘her şey dahil’ yeni bir tatil anlayışı hayal eder ve sonra da bu hayali gerçeğe dönüştürür.
5 Haziran 1950’de Mayorka’da ilk çadır köyünün açılışını yaparlar. 300’e yakın maceraperest tatilci, baba-oğul Trigano’ların yaptığı çadırlarda konaklar. 1955’de Tahiti’de ikinci Club Med açılır. Ertesi yıl da İsviçre’de ilk dağ tatili köyünü kurarlar.
1960’da bir yeniliğe daha imza atarak Yunanistan’da Korfu adasında ilk sazlık evlerden oluşan tatil köyünü açarlar. 1965’e gelindiğinde minimalist tatil anlayışı yavaş yavaş yerini daha konforlu yaz-kış açık mekânlara bırakır, sıra beton binalardan oluşan tatil köyüne gelir.
Club Med Avrupa ve Afrika CEO’su Anne Browaeys ve Türkiye Genel Direktörü Özlem Tosun Güney Amerika, Türkiye ve Gelişmekte Olan Pazarlar Başkanı Rabeea Ansari markanın yeni dönem stratejisini, hedeflerini ve Türkiye pazarındaki çalışmalarını da anlattılar.
73’üncü yıllarında Karayiplerden Fransız Alplerine, Avrupa’dan Hint Okyanusu’na ve Kuzey-Güney Amerika’dan Asya’ya uzanan 32 ülkede 70’ten fazla tesisle yollarına devam ediyorlarmış.
2000’li yıllardan itibaren de bohem anlayıştan daha lüks tatil anlayışına yönelerek ‘exclusive collection’ olarak yeni bir seri başlatmışlar.
İki yıl önce de Club Med’in Türkiye’de Antalya Palmiye ve Bodrum Palmiye’deki tesisleri ile ilk göz ağrıları Foça’daki Turizm Meslek Lisesi ve Lonca Enstitüsüyle iş birliğine gidilmiş.
Her yaz 30 son sınıf öğrencisine tesislerde staj yapma ve sonrasında da Club Med ailesine katılma imkânı sağlanacakmış...
Muhteşem Yüzyıl
Genç kuşağın en önemli sanatçılarından, fotoğrafı bambaşka bir boyuta taşıyan çalışmalarını New York-İstanbul ekseninde sürdüren Sarp Kerem Yavuz yeni sergisi ‘Muhteşem Yüzyıl’la Anna Laudel İstanbul’da olacak.
Galerinin ilk iki katına yayılan serginin ilk bölümü Sarp Kerem’in ‘Layer. Ai’ yapay zekâ motorunu kullanarak geliştirdiği fotoğraf koleksiyonu
WET_Dreams’e ayrılmış.
Bu bölümde sanatçı kendini ifade etme şekli ile yapay zekâ yansımaları arasındaki farklılıklara dikkati çekiyor.
İkinci katta ise sanatçının 2010 yılından günümüze fotoğraf yolculuğunu sergileyen çalışmalarından bir kesit sunuluyor.
Alanının öncülerinden olan sergiyi 5 Kasım’a dek izleyebilirsiniz...
Paylaş