Paylaş
Her şeyin dahil olmadığı, oyun salonsuz, doğayla baş başa bir yer aradık. Önceden bildiğimiz yerlere baktık. İmdadımıza turizmci arkadaşımız Hande Arslanalp yetişti, Girne yakınlarında makul fiyatlı bir bağ otelinden yer ayırttı.
Biz de Kıbrıs’ta bağların ortasında, Akdeniz’e bakan tepelerin üstünde huzurlu bir hafta sonu geçirdik. Güzel yerlerde yemekler yedik, arkadaşlarımızı gördük, Kıbrıs sorununu konuştuk, eski günlerden söz ettik.
Umarım bizim deneyimimiz KKTC’de farklı bir tatil yapmak isteyenlere yol gösterici olur. Çünkü Kıbrıs’ın güneş, deniz ve oyun salonları dışında da sunacağı çok şey var. Mağusa’dan Karpas’a, Bella Pais’ten Karmi’ye tarihin, coğrafyanın, doğal güzelliğin iç içe geçtiği bir ada burası.
Mısırlıların, Fenikelilerin, Asurluların, Perslerin, Romalıların, Bizanslıların, Lüzinyanların, Rumların, İngilizlerin, Osmanlıların izlerini sürebilir, bir bağımsızlık mücadelesinin, Türkiye tarihinin önemli bir sayfasının kanıtlarını ve anıtlarını ziyaret edebilirsiniz.
Her ne kadar Niazi’s Restoran ve Petek Pastanesi gibi yerlerde aradığım, özlediğim tatları bulamasam da Kıbrıs’ın gastronomisiyle de bir cazibe merkezi adayı olduğunu söyleyebilirim.
Diğer yandan adayı dolaşırken hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Keşke son yıllarda yapımına ağırlık verilen çok katlı yüksek binalar yerine doğal doku korunsa, korunması için daha çok çaba harcansa...
Gillham VIneyard Otel
Girne’ye yaklaşık 20 dakika uzaklıkta, Ilgaz Köyü’nün eteklerinde bulunan Gillham Vineyard’da konakladık.
Bağların ortasındaki tesisin iki ya da tek katlı, birbirinden bağımsız ve farklı büyüklükteki, minimalist tasarlanmış odalarının tümü tepeden bağlara ve Girne Körfezi’ne bakıyor.
Arazi, adaya yıllar önce yerleşen bir İngiliz’e aitmiş. Tesis Rus ve İsrailli yatırımcı ortaklarla birlikte kurulmuş. Otelin mutfağının başında İsrailli şef Eyal Lavy var. Şef Lavy’i tarzını Akdeniz mutfağı olarak tanımlıyor.
Doğu Akdeniz ve Orta Doğu esintili yaratıcı şef mutfağı da denebilir. Bahçeden toplanan taze baharatlar ve otlarla renklerin dans ettiği kahvaltının başrollerini humus, tahin ekşi maya ekmekler, ince çıtır pidenin ya da yufkanın üzerinde yumurta çeşitlemeleri ve tabii zeytin ve zeytinyağı paylaşıyordu.
Akşam yemeği menüsünde de insanı yoracak kadar fazla çeşide yer verilmemiş. Sekiz başlangıç, sekiz ana yemek ve dört tatlı olarak tasarlanmış. Başlangıçlardan; her biri ayrı ayrı sote edilmiş karidesli, domatesli, soğanlı, taraklı, mantarlı, ıhlamurlu, polentalı ve parmesanlı açık börek başarılıydı.
Ev yapımı, ıspanak, kurutulmuş domates, hellim ve çam fıstık dolgulu gnocchi ile pide üstünde humus, tahin, ızgara, patlıcan soğan ve domates eşliğinde gelen ızgara köfte de çok lezzetliydi.
Gün doğumunu izleyerek mutlak bir sessizliğe uyanmak, havuz başında güneşlenmek, otelin hemen yanı başındaki butik üretim yapan Etel Winery’i dolaşmak, tadım yapmak hepimize terapi gibi geldi. Beklentilerimizin üstünde bir hafta sonu geçirdik.
Ama 31 odalı tesis dolu olmasına karşın Türkiye’den gelen sadece üç aile vardı. Oysa fiyat-kalite dengesi hem konaklama hem de restoran hizmeti anlamında Türkiye’deki ve dünyadaki benzerleriyle karşılaştırıldığında çok uygun...
Bir zirvenin ardından
Gastronomi sektöründe sürdürülebilirlik konusunun ana tema olarak işlendiği, geleceğe dair projeksiyonların yapıldığı 3. Global Gastro Ekonomi Zirvesi, moderatörlüğünü üstlendiğim, 100 yılı geride bırakan markaların temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirdiğimiz oturumla sona erdi.
Beyaz Fırın’ın beşinci kuşağı Nathalie Stoyanof, sürdürülebilirliğin ardında ürün ve hammadde kalitesine ve çalışanların refahına verdikleri özenin yattığını anlattı. Karaköy Güllüoğlu markasının altıncı kuşağı Murat Güllü semt hafızasının, hep aynı yerde olmanın önemini vurguladı.
Develi Kebap’ın dördüncü kuşağı Nuri Develi, sürekliliğin tutkuyla bağlı oldukları kaliteyi korumak kadar, müşterileriyle kurdukları bağla, yaratılan aidiyet duygusuyla sağlandığını söyledi.
Pandeli’yi ortaklarıyla birlikte yeniden yeme-içme sahnesine kazandıran Yücel Özalp de amaçlarının gelecek kuşaklara miras bırakmak olduğunu anlattı.
Her birini dinlerken anlattıklarından çıkardığım ders ise ülke ve kent hafızasını oluşturan mekanların sürdürülebilirliği için bize; yeme içme severlere de sorumluluk düştüğü...
The Meyhane
Bir diğer keşfimiz de sevgili arkadaşlarımız Müge ve Serdar Denktaş ve Kudret Akay’la buluştuğumuz The Meyhane oldu.
En lezzetli mezeleri ve şeftali kebabını burada yedik.
Bir sonraki gidişimde gidilecekler listesinde The Meyhane yerini aldı.
Siz de Kıbrıs’a giderseniz Girne yakınlarındaki bu mütevazı ama müstesna yeri ihmal etmeyin derim.
Kitap, sanat ve yemek için
Yurtdışında örneğini gördüğümüz ve bildiğimiz, kitapla yemeği birleştiren bir yer de KKTC’nin başkenti Lefkoşa’da bulunuyor.
Kıbrıs’ın en eski kitapçılarından olan, 1937’de açılan Rüstem’in ikinci katında son 10 yıldır öğle saatlerinde lezzetli ev yemekleri de sunuluyor. Giriş katında kitap alıp, sanat galerisini ziyaret etmeniz ve bahçesinde içkinizi yudumlamanız da mümkün.
Aklınızda bulunsun
Gazimağusa’nın kuzeyinde bulunan ve büyük bir bölümü 1952-1954 yılları arasında yapılan kazılarla ortaya çıkarılan Salamis Antik Kenti, Soli Antik Kenti’nin içinde yer alan ve Kıbrıs’ta inşa edilen ilk kilise olduğu söylenen Bazilika ve St. Barnabas Manastırı inanç turizminin en önemli duraklarından.
1192-1489 yılları arasında hüküm süren Fransız hanedanlarından Lüzinyanlar döneminde Kıbrıs’ta mimari ve sanat çok gelişmiş.
Ve tabii ki 1571-1878 Osmanlı İmparatorluğu döneminde de adada Büyük Han, Mevlevi Tekkesi, Arapahmet Camisi, Kumarcılar Hanı gibi önemli eserler yapılmış. 1878’den 1960’a kadar süren İngiliz yönetimi de adada doğal olarak izlerini bırakmış.
Paylaş