Paylaş
Ama önce kısacık bir özet de olsa, Orta Asya’dan Orta Doğu’ya, Anadolu’dan Balkanlara uzanan coğrafyada binlerce yıldır kutlanan, 2017 yılında UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miraslar Listesine dahil edilen bu baharı karşılama ritüelinin gerçeklerle, efsanelerin harmanlandığı hikâyesinden söz etmek isterim...
Dolaştığı çorak topraklarda çiçekler açtırdığına, başı sıkışanlara yardım ettiğine inanılan Hızır ile denizlerde dolaşarak bereket dağıttığına inanılan İlyas her yıl bahar geldiğinde bir kıyıda buluşurlar. Bu buluşmalarda birinde su başında durup orduya yemek götürmek için malzeme aramaya çıkarlar. O sırada sahilde kurumuş balık görürler. Önlerinde durdukları su birikintisi balığa sıçrar balık canlanır ve suya atlar.
İlyas ve Hızır ölümsüzlük suyunu bulmuştur. O sırada yanlarına gelen bir melek ikisinin de sonsuza dek yaşayacağını, Hızır’ın karada, İlyas’ın denizde ihtiyacı olanlara yardım edeceğini söyler. Ve efsaneye göre bu iki ermiş buluştuğunda ortaya çıkan güç doğada yaşayan her şeye yetecektir.
Ve aynı zamanda doğanın uyandığı, havanın ve suyun ısındığı bu süreçte içtenlikle dilenen dilekler de yerine gelecektir.
Tabii ki hepimiz aşk, ev, çocuk, iş ya da araba gibi yaşam beklentilerimizi karşılayacak dileklerimizi yazıp denize ya da akar suya bırakalım, umutlarımızı her yıl tazeleyelim, ritüellerimizi geleceğe taşıyalım. Ama iklim ve gıda kriziyle yüz yüze olduğumuz bir dönemde doğayı korumak ve sürdürülebilir bir dünya için yapmamız gereken acil önlemlerin hayati önemini de göz ardı etmeyelim.
Çünkü bu ritüellerin yapıldığı, toprağın kendi kendini yenileme gücünün olduğu çağlarda doğanın dengeleri bozulmamıştı, mevsim döngüleri beklenildiği gibi yaşanıyor, denizler ve karalar plastik ve zehirli atıklarla boğuşmuyordu. Bizden sonraki kuşakların gelenekleri kadar gelecekleri de olmasını istiyorsak doğaya ve ürüne daha saygılı olalım...
SANAT, GASTRONOMİ VE YAŞAM KÜLTÜRÜ
Türkiye’nin önde gelen turizmci ailelerinden biri olduğunu düşündüğüm, Türkiye’de ilk organik tarımı da başlatan Tonbul ailesine ait olan, doğaya saygıyı mimarisinden mutfağına her alanda uygulayan, Club Marvy, şimdilerde bir trend olan ‘Sanat ve gastronomi’ birlikteliğini bir yaşam kültürü olarak sunmada da çok doğru ekiplerle yola çıkarak, iş birlikleri yaparak öncü ve vizyoner oldu.
Marvy’e her birinden ayrı bir keyif aldığım sergi açılışları, şef buluşmaları gibi nedenlerle birçok kez gitme fırsatı buldum. Ece Tonbul ve Pro İletişim’in kurucusu Feride Edige’nin birlikte kurgulayarak sanırım sekiz yıl önce başlattıkları Hıdrellez kutlamalarına ilk kez bu yıl katılabildim.
4 Mayıs’ta tadım, tasarım, kintsugi ve yoga gibi farklı alanlarda atölye çalışmaları ile başlayan etkinlik ilk akşam Ahmet Güzelyağdöken’in hazırladığı taze asma yaprağında kısır, keşkek ve oğlak eti başta olmak üzere Hıdrellez’e özel yemekler ve içecek eşleşmeleriyle devam etti. Nükhet Duru konseriyle sona erdi.
Pazar günü ise anılar eşliğinde Hıdrellez sohbetleri yapıldı, gül ağacı dibine dilekler kondu. Akşam yemeği içinse sahilde sanat eseri gibi bir uzun bir masa hazırlanmıştı. Tabii önce kuma dilekler yazıldı, çizildi.
Ardından da açık ateş söz konusu olduğunda ilk akla gelen şeflerden olan Yılmaz Öztürk tarafından hazırlanan odun ateşinde kebap köfte, tavuk tandır ve yanında manda kaymağı, tahin ve cevizle sunulan odun ateşinde közlenmiş balkabağı tatlısı gibi Hıdrellez yemekleri yendi.
Gece Berk Büyükakın’ın canlı performansı eşliğinde danslarla sürdü.
Pazar sabahı gün doğumunda da dilekler denize bırakıldı, ardından Hıdrellez’e özel hazırlanan kahvaltıya geçildi.
Bu kez yemek yapmadı ama Marvy’nin içinde Buono İtaliano isimli restoranı olan ünlü şef Cristina Bowerman da konuklar arasındaydı...
YENİKÖY’ÜN EN YENİSİ
Yemekleriyle Aheste, kendisiyle geçen yıl Birdcage 33’ün içendeki Lika Bodrum’da tanıştığım tarzını yaratıcı bulduğum Sara Tabrizi Yeniköy’de yeni bir mekâna daha imza atmış. Limu istenirse yemeklerin ortaya geldiği, küçük ve çok zarif tasarlanmış bir lokanta. Şef dokunuşları olan modern bir meyhane de denebilir.
Biz üç arkadaş gittik, tadım menüsü yerine seçtiklerimizi ortaya birer porsiyon istedik ve paylaştık. Sütlü köz patlıcan, köz atom, narenciyeli enginar, pırasa mücver, baklava böreği, sarımsak kremalı kalamar, pazılı Sinop mantı, fıstıklı kebap köfte, soğuk tahin ve sütlaç istedik.
Yağlı bulduğum baklava böreği ve daha iyileriyle karşılaştığım pırasa mücveri bir kenara bırakırsam yediğimiz her tabaktan mutlu olduk, her biri çok lezzetliydi. Servis de sunumlar da başarılıydı. Mutlaka mutfağı teslim ettiği bir ekibi vardır ama Sara Tabrizi gittiğimiz akşam Bodrum’da danışmanlığını üstlendiği mekânda olduğu için yoktu.
Hafta sonu başlarken birçok yer gibi Limu da kalabalıktı sanırım yüksek volümlü müzik ve konuşmaları mekânın akustiği kaldırmıyor, sesler gürültüye dönüşüyordu. Bir ara sohbeti işaret diliyle yaptığımızı fark ettim. Umarım bu soruna çözüm bulunur. Her halükârda gastronomik bir durak olma yolunda ilerleyen Yeniköy’e yakışan bir lokanta olmuş.
Paylaş