Paylaş
Ben de geçen hafta sonu Alaçatı’daydım. Kalabalık ve kaos anlatılır gibi değildi. Akşamları sokaklar restoranların masalarının işgali altındaydı. Bir yandan da canlı, cıvıl-cıvıl, hayat dolu bir ortam vardı.
Ama 20-30 kişiye yemek çıkarma kapasitesine sahip restoranların, kafelerin küçücük kulübeden bozma mutfaklarında yüzlerce kişiye yemek yapılmasının ve insanların donanımsız, suların akmadığı mutfaklarda pişen yemekleri yeme cesaretinin beni kaygılandırmadığını söyleyemem.
Yine de Alaçatı gözden çıkarılacak, sözcüklerin şehvetine kapılıp genellemelerle üstü çizilecek, tüm esnafa, hatta gidenlere laf söylenecek bir yer değil.
Sahip olduğu artılar çok fazla. Zaten öyle olmasa ona böylesine talep olmazdı.
Kaldı ki eski ya da yeni açılmış işini özenle, sorumlulukla yapan, kapasitesini bilen, iyi yemek sunan, fiyat kalite dengesini tutturmuş yerler de hiç az değil...
Asma Yaprağı
90’larda Alaçatı’ya gelen Ayşe Nur Mıhçı’nın “anne yemekleri yapacağım” diyerek 7 yıl önce açtığı Asma Yaprağı bugün tam bir Alaçatı klasiği.
Sadece yerel ve mevsiminde malzemeler ve zeytinyağıyla Ege Mutfağı’na özgü yemekler yapıyor. Günlük yemekler fiyatlarıyla bahçedeki karatahtada yazıyor. Yemeklerinizi mutfağa geçerek masanın üstüne dizilmişlerden seçiyorsunuz. Benim denediğim başta lorlu kabak çiçeği dolması olmak üzere ot mücveri, peynirli domates salatası, kuzu ciğeri tava, açma börek, ısırganlı, buğdaylı erişte, sinkonta, domatesli bamya her biri son derece lezzetli “işte Alaçatı bu” dedirten yemeklerdendi...
Niyazi Port Alaçatı
İlk kez gittiğim Balıkçı Niyazi bu yılın en beğendiğim balık restoranlarından biri oldu. Mezeleri, deniz ürünleri, balıkları ve anlayışıyla.
Üzerine sadece sızma zeytinyağı konularak taze haşlanmış gelen karides bana yıllarca Norveç’te yediğim ve tadı hâlâ damağımda kuzey karideslerinin lezzetini aratmadı.
Sosla bulanmamış, dondurularak öldürülmemiş, taze ızgara kalamarda da ızgara trança da denizin kokusu hissediliyordu. Çikolatalı sufle de tam olması gerektiği gibiydi.
İkinci kuşak Ali Yuvanç mekanı iyi yönetiyor. Alaçatı’da denizin neredeyse içinde gibi bir mekanda huzurla, güvenle balığın ve deniz ürünlerinin gerçek tadını alarak yemek büyük bir keyif ve konfor...
Kapha
Geçen yıl Alavya Otel’in bahçesinde açılan Kapha da dekorasyonuyla, servisiyle, yemekleriyle ve müziğiyle Alaçatı’nın bu yıl en popüler mekanlarından.
İlk kez gittiğim mekanda yemeklerin sunumu ve lezzeti beni şaşırttı. ‘Avokado yengeç roll’, ‘yengeç mantı’, ‘sübye risotto’ çok başarılı denemeler. Ancak ‘Şarap soslu Karaburun midyesi’ ve tatlılar üzerinde biraz daha çalışmayı gerektiriyor.
Kapha’nın müzikleri de çok iyi ama özellikle yemek yerken sohbet etmeye imkan vermeyecek denli yüksek...
Yek
Kemal Demirasal, Alaçatı’da yarattığı Barbun ve Alancha konseptleri ve deneysel mutfağıyla gastronomi dünyamızın yıldız şefleri arasına girmişti. Demirasal, başarılı olmasına karşın iki yıllık İstanbul deneyiminin ardından yuvasına geri döndü. Eski Alancha’nın mekanında daha yalın yemeklerin yer aldığı Yek isimli yeni bir yer açtı. Yek’e kısa bir ziyaret yapabildim. Ciğer tava, beyaz çikolatalı patlıcan salatası gibi birkaç küçük başlangıç denedim. İkisi de yaratıcı tabaklardı.
Manzara ve ortam yine çok güzel ama kesin bir değerlendirme yapmadan bir kez daha gitmeliyim...
Yediğimiz kadar içtiklerimiz de önemli
Yediklerimiz kadar içtiklerimizin içinde ne var, hangi süreçlerden geçerek nasıl üretiliyor genellikle göz ardı ediyoruz.
Mesela birçoğumuz yaz sıcaklarında bira içerken arpanın cinsini, üretim koşullarını, biranın tazeliğini, nasıl saklandığını aklına bile getirmiyor.
Biranın üretim tarihine bakma gibi bir alışkanlığımız da yok.
Oysa biranın raf ömrü genel olarak 12 ay. Bu süre uzadıkça aroma ve lezzet azalıyor.
Aslında en ideali birayı üretildikten sonra en kısa sürede içmek. Bu yüzden daha kısa raf ömrüne sahip biraları tercih etmek, tazeliği yakalamak açısından önemli. Standart yüzde 5 olan alkol oranı yükseldikçe süre uzayabiliyor. Biranın saklama koşullarına da dikkat etmek gerekiyor.
Neyse ki üretim süreçlerindeki her detayı vererek tüketiciyi bilgilendiren yerli üreticilerimiz var.
Sektörün en büyüğü yerli bir markanın biranın temel hammaddeleri iki sıralı arpa ve şerbetçi otunu çiftçilerle işbirliği yaparak doğal yollarla kendinin üretmesi ve kullanması kalite çıtasını her geçen gün yükseltiyor.
Üstelik bu firma arge çalışmalarıyla kendine tescilli 15 çeşit arpa ve 7 çeşit şerbetçi otunu kendi geliştirerek sözleşmeli çiftçileriyle birlikte üretiyor. Maltlık arpa ve şerbetçiotu yetiştiren sözleşmeli çiftçi sayısı 3 bin 500 civarında olmasının, yaklaşık 8 binden fazla çiftçi ailesinin geçimini bu yolla sağlamasının tarım sektörüne katkısı da çok değerli...
Biraz da geçmiş
Bira dünyanın bilinen en eski alkollü içkisi. Geçmişi yerleşik düzenin ve tarımın başlamasına dek uzanıyor. Biranın mucidi kimi kaynaklara göre Sümerler kimilerine göre de Eski Mısırlılar. Anadolu ve Mezopotamya’da yapılan kazılar ise bu bölgede 10-12 bin yıl kadar yıl kadar önce bira yapıldığını kanıtlıyor. Tabii başrolünde arpa var. Buğdayla aynı zamanda aynı bölgelerde tarih sahnesine girse de arpa hastalara şifa niyetine çorbalarda, et yemeklerinde, yem olarak ve bira yapımında kullanılmış. Arpa göçebe kültürün en önemli besinlerinden biri olan peksimetle de özdeşleşmiştir. Ege’nin iki yakasında geleneklerini sürdüren kimi köylerde peksimetler hâlâ arpa unuyla yapılıyor...
Paylaş