Paylaş
Park Şamdan, barında yemek öncesi keyifli sohbeti kadar bağımlılık yapan yemekleriyle de İstanbul yeme-içme dünyasına damgasını vuran yerler arasındadır. Öyle bir mekan düşünün ki, ilk açıldığı günden bu yana mutfakta aynı Şef Hüseyin Gürsoy var ve hâlâ konukları metrdotel Hıdır Bey karşılıyor.
Ahmet Çapa gibi efsane işletmeciler arasında olan Ersoy Çetin ve ikinci kuşak Emre Ergani bir araya gelerek 35. yılını kutlayan Park Şamdan’ı geçmişi unutmadan bir dizi yenilikle bugüne taşıma kararı alırlar. Çetin’e göre 35 yılın en büyük sırrı müşteri sadakati.
“Bu bizim için en büyük motivasyon. Dünyanın her tarafında olduğu gibi bizim sektörde de her zaman yeni akımlar, trendler olur. Ancak klasiklerin, doğruların korunması gerek diye düşünüyorum” diyor.
Şamdan sadece Boğaz’da
Park Şamdan & The Bar iki yıldır yazları Les Ottomans Hotel’in bahçesine iniyordu. Kasım başında ise Nişantaşı’nda kapılarını tümden kapatarak otelin içindeki ana salona taşınıyor.
Ergani de “35’inci yılda yeni mekana geçerken küçük dokunuşlarla gençleşmek, tazelenmek istediklerini” söylüyor. Mekan, ünlü iç mimar Ebru Mengenecioğlu tarafından yeniden tasarlanmış. Peru, Şili gibi Latin Amerika ülkelerinde çalışan genç şef Kenan Baylan mutfak ekibine katılmış. Kemik menü aynı kalsa da farklı mutfakların yeni trendlerini yansıtan yemekler de eklenmiş. Gençlerin sevdiği ‘paylaşmalı tabaklar’ bölümü de olacakmış.
Park Şamdan & The Bar zaten iddialı bir yerdi. Şimdi farklılıklarına manzara artısını da ekledi.
Ekip iddialı, İstanbul yeme-içme sahnesi Boğaz’ın hemen yanı başında dört dörtlük bir restorana daha sahip olacak gibi görünüyor. Kasımın ilk haftasını merakla bekliyoruz...
Şimdi geri verme vakti
Yeme-içme dünyasına farklı noktalardan büyük katkısı olan üç isim Şef Mehmet Gürs, yemek yazarı Cemre Narin ve yönetici Sitare Baras bir araya gelerek gastronomi odaklı ‘YEDİ’ adını verdikleri bir oluşuma imza attılar.
‘YEDİ’, İstanbul’un 7 tepesi, Türkiye’nin 7 bölgesi ve yemek fiiline göndermeler yapıyor. Ancak Türkiye mutfağını tanıtıma yönelik bir hareket değil.
Gastronomi aracılığıyla ekonomik ve ekolojik dengelerin bozulduğu, her gün bir milyara yakın insanın açlıkla boğuştuğu ‘dünyayı nasıl daha iyi bir yer haline getirebiliriz?’ sorusuna yanıt arıyor. Hem üretim hem de tüketim zincirinin parçası olan şefleri, üreticileri, sosyal girişimcileri, fikir önderlerini bir araya getirerek güç birliği kurmayı, konuşma platformu oluşturmayı hedefliyor.
Bu yılın teması: Geri Ver
Programda yurtiçinden ve dışından mesleki başarılarının yanı sıra ‘Ben Ne Yapabilirim?’ diyerek yola koyulmuş, toplumsal projelere imza atmış 14 konuşmacı var. 6 Kasım Pazar günü Babylon Bomontiada’da yapılacak, 300 katılımcıyla sınırlı, açlık başta olmak üzere dünya meselelerine odaklanan bu heyecan verici konferansı kaçırmayın derim...
Biletler: 150 TL (Biletix)
7 farklı çay
Son yıllarda kahveye verilen önemi gördükçe bir çay tutkunu olarak üzülmediğimi söyleyemem. Oysa ülkemizde sudan sonra en çok tüketilen içecek çaydır. Nihayet Vakko bu konuda kapsamlı bir çalışma yaparak Vakko Tea Atelier adıyla piyasaya yedi farklı çay türü çıkarmış. Vakko Tea Atelier’de farklı saatlerde içmeye yönelik ‘Morning Tea’, ‘Tea Time’, ‘Mind & Body’, ‘Masala Tea’ ‘Dream Tea gibi çeşitler var.
Ayrıca, çaydan beklentileri yüksek tiryakiler için dalından toplandığı saf haliyle kutulanan Connoisseur White ve Connoisseur Black seçenekleri bulunuyor. Yaptığı her işi ciddiye alan Vakko’nun ismini verdiği çayların kalitesinden hiç kuşkum yok, bir de adları Türkçe olsaydı...
Biz insan mıyız?
İKSV’nın düzenlediği “Biz İnsan mıyız? Türümüzün Tasarımı: 2 saniye, 2 gün, 2 yıl, 200 yıl, 200.000 yıl” başlıklı 3. İstanbul Tasarım Bienali bugün kapılarını açıyor. Perşembe sabahı bienalin ana mekanı Galata Özel Rum Okulu’nu küratör ikili Beatriz Colomina ve Mark Wigley rehberliğinde dolaştık. Direktörlüğünü Deniz Ova’nın üstlendiği tasarım bienali, sanıyorum bugüne dek izlediğim en ufuk açıcı, en sorgulayıcı, en felsefi bienal.
Yeni insan tanımı
Colomina ve Wigley’in ilk yorumladığı yapıt deniz kıyısında dolunaylı bir gecede çekilmiş bir aile fotoğrafıydı. Suriye’den kaçarak bir Yunan adasına gelebilmiş mülteci aile üyelerinin elinde cep telefonları vardı. “Bugün bir mülteci için cep telefonu bir sığınak, geride bıraktıklarıyla ve dünyayla tek iletişim araçları. En büyük ihtiyacınız sorusuna yemek değil şarj aleti cevabını veriyorlar. Cep telefonu beynin düşünme sistemini değiştiriyor. Bu fotoğraf da insanın evriminin fotoğrafı, yeni insan tanımı” diyor Wigley, katılmamak mümkün mü?
Bir ay sürecek bienal, Karaköy Özel Rum İlkokulu, Studio-X İstanbul, DEPO, Bomontiada Alt Sanat’ta ücretsiz olarak geziliyor. Sultanahmet’teki İstanbul Arkeoloji Müzesine ise bilet almak gerekiyor. Fırsat yaratın derim...
Paylaş