Manchester United-Beşiktaş maçında Rüştü’nün kurtarışlarını izlerken Ertem Şener yine yaptı yapacağını ve “Rüştü, öpüyorum seni Rüştü, ellerinden öpüyorum, hatta her yerinden öpüyorum Rüştü” dedi.
Rüştü’yü her yerinden öpmek! Evet, bir futbolsever için maç sonrası bayağı ilginç bir deneyim olurdu! şener muhtemelen televizyonculuk tarihimize geçecek bir söze imza attı. Daha da ileri gideyim. Gelecekte bu söz, Ekşisözlük’teki arkadaşların dediği gibi erotik futbol anlatımı akımının öncüsü olacaktır. Bir topun peşinde koşan 22 adam ve onları izleyen binlerce erkek izleyici. Sürekli yakın temasın olduğu bir ortam. Yakışıklı futbolcular, terli vücutlar... Tamam, tamam daha fazla devam etmeyeceğim. Bir zamanlar Tan Sağtürk’ün de belirttiği gibi futbolda gizli bir eşcinsellik var. Bazen bu durum futbolcuların gol sonrası sevinçlerde yaptıkları el hareketleriyle de ortaya çıkıyor. Dudak dudağa öpüşmeler, birbirlerinin uzuvlarını tutmalar falan... (Bizim ligde bile buna benzer bir iki olay yaşandı...) Evet, tekrar ediyorum: “Her yerinden öpüyorum Rüştü” sözü futbol sunuculuğunda yeni bir çağ başlatmıştır. Yeşil sahalardaki erotizm ve gizli eşcinsellik gelecekte futbol sunuculuğuna da damgasını vuracaktır! şener’i hep eleştiriyoruz ama yiğidi öldür hakkını yeme. Onunla en sıkıcı maçlar bile daha renkli ve heyecanlı. Bazen ayrıntı bilgi verme konusunda kendini fazla kaptırıyor ama şener’in anlatımı kesinlikle diğerlerine göre farklı. Abartılı anlatımı da ertesi gün espri konumuz oluyor, fena mı? Ben kendi adıma “Frisk’e bak Üründül, Tarzan gibi... Yakışıklı adam, Johnny Weismüller’e benzetiyorum hep bunu” diyen Orhan Ayhan yeniden maç anlatmasını çok istiyorum. Velhasıl şener gibi farklılığın resmini çizen sunuculara sahip çıkalım derim.
Babanız annenize tecavüz eden bir katil olsa...
Sizi evlatlık verseler. Gerçek anne ve babanızı hiç tanımasanız. 41 yaşınıza geldiğinizde annenizin izini bulsanız. Ve anneniz size Charles Manson tarafından tecavüze uğradıktan sonra sizi doğurduğunu söylese. Daha sonra Manson’ın beş kişiyi öldüren bir seri katil olduğunu öğrenseniz... Ne yapardınız? Bakın bu acı gerçeği öğrenen ABD’li Matthew Roberts adlı vatandaş ne demiş: “Bu sanki babanızın Hitler olduğunu öğrenmek gibi bir şey.” Roberts sonunda babasıyla da temasa geçmiş. Bu durumdan çıkardığı ana fikir ise şu: “En zor şey anneme tecavüz eden bir canavara sevgi beslemek. Onu sevmek istemiyorum ama ondan nefret etmek de istemiyorum.” Şimdi tüm bu yazdıklarımdan sonra size Çağan Irmak’ın “Karanlıktakiler filmini hatırladınız mı?” desem... Vallahi Roberts’ın ajanslara düşen haber metni bile “Karanlıktakiler”den daha heyecanlı ve etkileyici.
Aile kurumu olmasa
SıYAD Başkanı Murat Özer’in de dediği gibi Yılmaz Erdoğan “Neşeli Hayat” filminde Frank Capra’nın “şahane Hayat”ına şapka çıkarıyor, Hollywood’un ‘pembe gerçekçi’ üslubunu yerli tatlarla çok iyi buluşturuyor. Aslında insanlara pozitif enerji ve umut aşılayan “Neşeli Hayat”ı sadece ‘pembe gerçekçi’ bir yapıt olarak tanımlamak da yeterli değil. Daha fazlası var. “Neşeli Hayat”, varoşlara dair sınıfsal eleştirisiyle de Kemal Sunal’ın “Düttürü Dünyası”nı andırıyor. Erdoğan, dolandırıcıların ağına düşünce oyuncakçıda Noel Baba kılığında çalışmak zorunda kalan, tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de işsiz kayınçosunu evlendirmek için daha büyük bir yükün altına giren Rıza’nın öyküsünde bize çok daha önemli bir özelliğimizi; Türkiye’yi ayakta tutan şeyi; aileyi, yardımlaşmayı hatırlatıyor. Etrafınıza bakın. Ekonomik kriz yüzünden insanlar işsiz ama hepsi de bir şekilde geçiniyor, hayata tutunuyor. Bunu sağlayan son dönemde büyük darbeler almasına rağmen aile kurumudur. ınşallah bizi hayata yapıştıran bu çimento bozulmaz.