Paylaş
Fikstürle ilgili tartışmaya hiç girmeyeceğim, onun yerine futbolsuz günlerde oyalanmanız için nefis bir kitap önereceğim: “Futbolun Ölümü”. Agorakitaplığı’ndan çıkan Thomas Brussig imzalı kitabın kahramanı; eşi ölüm döşeğindeyken deplasmanda maç yönetmeye gidecek kadar meslek manyağı Fertig adında bir Alman hakem. Brussig’in anlattıkları ise futbola ve hakemlere dair birçok doğrunuzu çöpe atacak derecede sarsıcı.
Hemen başlığa çıkardığım çarpıcı tespit için yazarımıza kulak verelim:
“Hakem hataları ciddi olarak ayıklanmak istenseydi, hatalı kararların yüzde 80’i gerçekleşmezdi. Teknoloji mevcut. Ancak yanılgı, tereddüt, insan faktörü olsun isteniyor. Hatalı karar isteniyor. Zira hatalar gerginliği yaratıyor. Futbol sinirlenmek için seyredilir ve hatalı kararlar onlarca yıl sonra da sizi sinirlendirebilir. Bundan dolayı bir hakem en çok hatalı kararlarıyla futbola hizmet eder. Hatalı kararlar bir hakemin futbola katabileceği en kıymetli şeydir. Evet, futbolda her zaman daha iyi olan kazanacak olsaydı, hakem kararları futbolu tahrip ederdi, mahvederdi.”
Doğru, futbolu adil bir oyun olmadığı için sevmiyor muyuz?
Peki, bir hakem ölümsüzlüğe nasıl ulaşır, yıllar geçse de adı nasıl unutulmaz?
Brussig’in bu soruya yanıtı da hayli ilginç: “Hiçbir hakem performansıyla ölümsüzleşemez. Hakem sadece hatalarıyla ölümsüzleşir. 1966’da henüz doğmamış Almanlar bile Wembley’deki 3-2’lik maçta topu çizginin arkasında gördüğüne inanan yan hakemin ismini bilir.” Bugün Erman Toroğlu hakem yorumcusu olmasaydı, Okan Buruk’un kırılan ayağı için (tribünden bile duyulmuştu) faul düdüğü bile çalmamasıyla hatırlanırdı herhalde.
Brussig, televizyon karşısında hakemleri çarmıha gererek köşeyi dönen eski meslektaşlarını da eleştirmeyi ihmal etmiyor.
Yanlış bir neşter hareketiyle bir insanı ölüme gönderecek cerrahların bile gözlemcisi yokken, bir hakemi 20 kamerayla mercek altına almanın vicdansızlığından bahseden yazarımız, öldürücü darbeyi şu satırlara saklıyor:
“Maç sonunda 10-12 defa yavaş çekimde gösterilen bir enstantanenin önceden kestirilmeyeceğini, bir görünmez ses tarafından uyarılmadığını, ‘dikkat et hakem, şimdi cereyan edecek’ denmediğini kimse düşünmez.”
Brussig’in en acı açıklamaları ise futbolun spor olarak çoktan öldüğünü, sahada yaşanan tüm koşuşturmanın ise yalanlar tiyatrosu olduğunu “Bir hakem olarak faulün hakikaten faul olduğu zamanları bile özlüyorum” diyerek özetliyor.
Bunca alıntıdan sonra kıssadan hisse de çıkaralım: Futbolu seviyorsanız tartışmalı pozisyonları, ağır çekim görüntülerle ekrana taşımaktan vazgeçin. Futbol dünyanın en basit ve en güzel oyunu. Onu güzel yapan da insan faktörü. Bırakın hakemler yanılsın.
Kevin Costner yanlış tercih
Türk Haya Yolları, yeni reklam kampanyası için Kevin Costner’la anlaştığını açıkladığında birçok yazar bu tercihi eleştirir diye düşünmüştüm ama yanılmışım. Herhalde Costner’ı hâlâ “Kurtlarla Dans” filminden hatırlıyorlar.
Costner, yapımcılığını da üstlendiği 1995 yapımı “Waterworld” filminin gişede yaşadığı fiyaskodan sonra kariyerinde öyle bir düşüş yaşadı ki bir daha toparlanamadı ve çoktandır da Hollywood’da B sınıfı oyuncu statüsünde düşük bütçeli yapımlarda rol alıyor. Arada da kendini iyi hissettiği Türkiye gibi ülkelerde konser veriyor.
THY’nin kampanyasının hedef kitlesi yurtiçi müşteriler olsaydı ses çıkarmazdım ama Costner’ın oynayacağı reklam kampanyası uluslararası büyük bir proje, tam 70 ülkede yayınlanacak. Bence Costner’ın yerine daha popüler bir isim bulunabilirdi.
Yeter artık diyesim var
Rafet El Roman ile Tuğba Altıntop’un ayrılık maceraları ve akabinde gelişen çirkin tartışmalar, çocuklarının veraset davası, babanın çocukları Almanya’ya götürmesi vs... Aradan kaç yıl geçti, vallahi unuttum.
Ama onlar unutturmamakta kararlı!
Bu kez Tuğba konuştu. Katıldığı bir radyo programında “Rafet beni sürekli aldatıyordu. Bir gün bıçakla üzerine yürüdüm. Gözüm o kadar kararmıştı ki! Bıçaklayacaktım... O da odaya kaçıp kapıyı kilitledi” dedi. Tuğba bu açıklamasından sonra kendisi hakkında ne düşünmemizi bekliyor, doğrusu çok merak ediyorum. Amaç sadece gündeme gelmek ise söyleyecek sözüm yok.
Tuğba tek örnek değil aslında. Onun gibi bir sürü pembe diziye dönüşen polemiklerin kahramanı magazin figürleri var, her gün program program dolaşıyorlar.
Peki, bu kısır döngüden nasıl kurtulacağız?
Kurtulacağımızı sanmıyorum. Çünkü o kadar çok konuk ağırlayan program var ve seviye o kadar düşük ki, eski polemikler ısıtılıp ısıtılıp tekrar masaya konuluyor. Bari Nihat Doğan gibi olsalar, en azından o güldürüyor.
Paylaş