Egzersiz yapan bir 65, oturan bir 35’ten çok daha avantajlı

Fiziksel kapasite 20’li yaşlardan itibaren yavaş yavaş azalmaya başlıyor. Bunun tamamen önüne geçmek henüz mümkün değil.

Ancak düzenli egzersiz, kapasitenin azalmasını yavaşlatıyor. Diğer önemli bir katkısı yaşlanma hızını yavaşlatması. Nitekim konuyla ilgili çalışan bilim adamları, antremanlı 65 yaşındaki bireyin, 35 yaşındaki antremansız ve aktif olmayandan çok daha iyi bir fiziksel kapasiteye sahip olduğunu söylüyor.

Modernleşmenin sunduğu bazı olanakların fiziksel kapasitenin azalmasına neden olduğu açık. Bu eksiğin giderilmesi için geriye tek yol kalıyor. Egzersiz yapmak. Tüm suçluluk duygusuna rağmen, egzersiz yapmamak için çoğumuz onlarca bahaneyi seri halde üretiyoruz. İşten geç çıkıyorum, salon uzak, fiyatlar yüksek, yürüyecek yer yok, benden geçmiş vs. vs.

Halbuki tüm bahanelerin üstüne çıkacak, egzersiz yapmak için iyi nedenlerimiz çok. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Gür, "Fiziksel aktivitenin yaşamı uzattığı konusunda kanıtlar yok. Ancak yaşlılıkla oluşacak vücuttaki bazı olumsuz değişikliklerin hızını azalttığı, bir kısım hastalıklardan korunmayı sağladığı ve yaşam kalitesini artırdığı konusunda yeterli bilimsel veri var" diyor.

SPOR YAPAN RİSKLERİ AZALTIR

Egzersiz yapanların, hareketsizlere göre ilk enfarktüs atağını "2-3 kat daha iyi karşılayabilmeleri" yani daha kolay atlatmaları buna iyi bir örnek. Prof. Dr. Gür, "Ayrıca aktif olmayanların, düzenli egzersiz yapanlara göre koroner arter hastalıklarına yakalanma riski iki kat daha yüksek" diyor.

Amerikalı Spor Hekimi ve araştırıcısı Joe Dewalt "Eğer düzenli egzersiz yaparsanız enfraktüs geçirme riskinizi yüzde 300 azaltırsınız. Eğer vaktinizi oturarak geçiriyorsanız, ilk enfarktüs atağında, ilk 24 saat içinde ölme riskiniz yüzde 25, önümüzdeki beş yıl için ise bu riskiniz yüzde 75 olacaktır" diyor.

Yine Dewalt, düzenli egzersiz yapanların ilk 24 saat içinde yüzde ölme riskinin 25’den yüzde 5’e, beş yıl için ise bu riskin yüzde 75’den yüzde 25’e ineceğini söylüyor. Bu avantajı yakalamak için 2-3 ay, haftada üç gün 30’ar dakikalık, orta şiddette bir egzersiz programı yeterli görülüyor. Tabii bu daha sonra egzersizleri bırakma anlamına gelmiyor.

Kalp damar hastalıklarının önemli nedenlerinden yüksek kolesterol ve trigliserid düzeyi, tansiyon, ilerleyen yaşlarda sık görülen osteoporoz (kemik doku kaybı) gibi sağlık sorunlarının engellenmesinde de egzerzin olumluetkisi biliniyor.

YAŞAM KALİTESİ YÜKSELİR

Düzenli olarak egzersiz yapmak değişik hastalıklara yakalanma riskini azaltmasının yanında yaşamın tüm alanlarına olumlu etki yapıyor. İş hayatında performansı artırıyor.Boş zamanların daha iyi değerlendirilmesine olanak sağlıyor. Kendine güven duygusunu artırıyor. Dolasıyla yaşam kalitesi artıyor.

AŞIRI ÇABALAMAK YERİNE, EGZERSİZ YAPIN

Egzersiz ile aşırı çabalama farklı şeyler. Aşırı çaba sarf etmek hem genç hem de yaşlılar için tehlikeli. Egzersiz yaparken amacınız kas ağrılarına sahip olmak değil, yok etmek, sinirlenmek değil sakinleşmek, kalbi yormak, tüketmek değil dolaşımı artırmak ve düzenleme olsun. Aşağıdaki aşırı yüklenme işaretlerine dikkate alın. Egzersizi kesin veya dozunu azaltın:

Egzersiz sırasında veya sonrasında aşırı yorgunluk.

Egzersizi takip eden günde aşırı yorgunluk.

İnatçı ağrılar.

Uykuda rahatsızlık veya uykusuzluk.

EGZERSİZİN BİNBİR YARARI

Düzenli yapılan fiziksel aktivitelerin sağlıklı ve kaliteli yaşama katkıları:


Koroner arter ve damar hastalıklarından korunma.

Yüksek tansiyon ve kolesterolden korunma.

Kalp ve akciğerlerin kapasitesini geliştirme.

Kas kuvvet ve esnekliğini, eklem hareketliğini geliştirme.

Kemik dokuyu güçlendirme.

Hastalıklara karşı vücudun savunma mekanizmasını güçlendirme.

Vücut ağırlığını düzenlemeve kontrol etme.

Kişinin kendine güvenini artırma.

Stres ve strese bağlı hastalıkları azaltma.

Yorgunluk ve ağrı şikayetlerini azaltma.

GIDA İNTOLERANSINIZI TEST EDİN DAHA KOLAY KİLO VERİN

Yaza daha zinde girmenin koşullarından biri fazla kilolardan kurtulmak kuşkusuz. Ancak tüm programlara ve dikkate rağmen beklenen ve istenilen oranda kilo verememenin nedenlerinden biri de gıdaların vücudunuzda alerjik reaksiyonlara yol açması olabilir. Bu soruna, gıda intoleransı (yeterli emilim olmaması) deniyor. Gıda intoleransı testleriyle alerji yapan yiyeceklerin saptanması ve kişinin beslenme programından çıkarılması, kilo verilmesini kolaylaştırıyor. Kalamış Medikal Tıp Merkezi’nden Dr. Hande Bozatlı, test sonuçlarına göre doktor kontrolünde uygulanan diyet programlarının başarı oranının yüzde 50’den fazla olduğunu söylüyor. Gıda intoleransında, vücut alerjisi olduğu besin maddesini reddediyor. Mide-bağırsak hareketleri azalıyor. Metabolizma yavaşlıyor. Sonuç olarak kilo verilemiyor. Gıda alerjisiyle gıda intoleransı ayrı şeyler. Gıda alerjisinde vücut hızla reaksiyon gösterir. Sorun daha kolay belirlenir. Gıda intoleransı da aslında alerjik bir reaksiyon. Temel farkı yavaş yavaş ortaya çıkması. Genellikle kesin sonuç vermez. Gizli kalır, zor anlaşılır. Gıda alerjileri hastaların yüzde 50’sinde sadece kilo artışına neden olmakla kalmaz. Başka birçok soruna yol açar. Test için kan alınıyor ve merkezde serum haline getiriliyor. Serum İspanya’daki bir merkeze gönderiliyor. burada ELİZA denilen bir yöntemle alerji faktörleri saptanıyor. Bazı yiyeceklere karşı vücudun oluşturduğu antikor olan IgG oranlarına bakılıyor. Test sonucu 3 haftada veriliyor. Dr. Bozatlı, "Bu test, kilo vermede yardımcı bir teknik. İnsanların hiç farkında olmadıkları alerjileri bulunabiliyor. Kişi çıkan sonuçlarıyla beslenme uzmanına başvurduğunda, kendine özel hazırlanacak programla hem alerjisine karşı önlem almış hem de kilo vermeyi kolaylaştırmış oluyor" diyor.

KISA KISA

SİGARAYI KAFADAN ATTIRACAK HAP ARAŞTIRILIYOR

ABD’de New Jersey Tıp Fakültesi bilim adamları sigara bağımlılığını hapla ortadan kaldırmak için çalışmalarını sürdürüyor. Hap, beyinde sigara bağımlılığını kontrol eden, sigara isteyen bölümünü etkiliyor. İlacın gönüllülerdeki denemeleri yüz güldürücü sonuçlar verdi.

OMEGA-3 İYİ AMA...

Omega-3 yağ asitleri kalp-damar hastalıkları, diyabet ve kanser gibi kronik hastalıkların önlenmesinde önemli. Ancak bazı insanların genetik yapısı, Omega-3’ü tolere edemiyor. Tam tersi zarar veriyor. Bu bilgilerin ışığında uzmanlar, önce genetik yatkınlıkların saptanmasını, ardından da doğru ve etkili dozun belirlenmesini öneriyor.
Yazarın Tüm Yazıları