Paylaş
Eskiden otel şirketleri zincir markalarından birinin değerini yükseltmek istediğinde reklam ajanslarına başvururdu. Bugün, küratörlerin kapısı çalınıyor.
Bundan 5-6 yıl önce örneğin, Le Meridien’lerin bağlı olduğu Starwood Otelleri, Paris’teki modern sanat müzesi Le Palais Tokyo’nun kurucusu Jerome Sans’ı zincirin kültürel küratörü olarak işe aldı.
Bu adım, markanın temel değerlerini pekiştirmek amaçlıydı. Le Meridien’i kültür sanatla hizalamak mantıklıydı, çünkü otel zinciri Air France tarafından kurulmuş ve baştan beri sanatla özdeşleştirilmişti.
Sans’ın ilk icraatı, oda kapısını açmak dışında, otel misafirinin şehirdeki kimi sanat merkezlerine ücretsiz girmesine imkan veren, sanatçılar tarafından tasarlanmış kapı kartları yaptırmak oldu.
İlk parti kartları Michael Lin, Sam Samore ve Hisham Bharoocha tasarladı.
Sans aynı zamanda otellerin ana girişlerindeki kapıları sanatçılara yaptırdı, asansörlere “ses sanatı”nı soktu ve hafızada iz bırakmak niyetiyle sadece Le Meridien’lere özel bir koku hazırlattı.
Paris’teki Le Meridien’de mesela, lobiye girer girmez sizi aynı anda iki şey çarpar: Koku ve tasarım.
Bu hafta resmi olarak açılacak olan, Etiler’deki Le Meridien İstanbul’un kapısından içeri adımınızı attığınız anda da aynısı oluyor. Önce burnunuz, sonra gözleriniz uyarılıyor.
Lobiye girdiğinizde sağda ilk gözünüze çarpan, kendi yarattığı malzeme ve tekniklerle resmetmeden resim yapan mentalKLINIK’in işleri. Bu oteldeki kapı kartlarının tasarımı da çağdaş sanat ikilisi mentalKLINIK’in tasarımını taşıyor.
MentalKLINIK imzalı duvarın önüne kafesli koltuklardan oluşan bir oturma grubu yerleştirilmiş. Le Meridien’in mobilya tasarımları da iştah açıcı. Özellikle lambaları kapıp götürmek istiyorsunuz.
O bölgeyi geçince gözünüz resepsiyonu arıyor. Konvansiyonel bir resepsiyon anlayışı yok, Alana yayılmış küçük masalara başvuruyorsunuz.
Burada da madde ve enerji arasındaki ilişkiyi, ruhun tanımı ve maddesel özelliklerini kendine has soyut lisanla anlatan Haluk Akakçe’nin çalışmaları karşılıyor sizi.
Yine bir mesafe kat edip asansörlere ulaştığınızda bir taşla iki kuş vuruyorsunuz. Asansörü çağırmak için oda numaranızı tuşluyor, asansöre binince bir daha düğmeye basmıyorsunuz.
Otelin iç mekan tasarımı Metex’in ünlü Türk tasarımcısı Sinan Kafadar’ın, mimarisi ise Emre Arolat’ın imzasını taşıyor.
34 katlı binanın ikonik bir mimarisi var. Etiler’deki komşu binalardan esinlenmiş, dikey istiflenmiş ve yükseldikçe saydam bir görünüm kazanan üç ayrı bloktan oluşuyor.
Bu bloklardan ilkinin bitiminde, bahçe gibi yeşillendirilmiş geniş bir teras var. Burada havuz ve La Torre Restoran yer alıyor.
Yemekler dünya mutfağından ortaya karışık. Ama otelin kendi yorumuyla. Önden likit zeytin diye bir aperitif ikram ediyorlar. Enteresan bir şey. Zeytini blendırdan geçirip likit hale getirmişler, alengirli bir kaşıkla servis ediyorlar.
İkinci dikey bloğun bitiminde, 34’üncü katta ise Boaz Bar yer alıyor. Adı üstünde, Boğaz’ı, daha doğrusu köprüyü seyrediyor. Terasa çıkınca panaromik İstanbul manzarası sizi karşılıyor. Romantik bir manzara değil bu, daha ziyade devasa bir şehirde olduğunuzu hatırlatan bir metropol manzarası...
Ve bu manzara her yerde. Barda da, odada yatakta uzanırken de... Her yerde pencereler tavandan yere kadar.
Sanatsal ve tasarım yanı bir yana, otel çevreye de duyarlı. Aydınlatmasının yüzde 90’ını LED ile sağlıyor, elektrik enerjisinin üçte birini kendisi üretiyor.
Yeni nesil otellere geçiş yaptık, hayırlı olsun.
Paylaş