The Daily Beast ABD’nin en pinti politikacılarının listesini yapmış.
Bu listeye göre, tarihteki tüm ABD Başkanlarıyla kıyaslandığında geçtiğimiz yıl en fazla gelir elde eden Obama’nın skoru 5.6 milyon dolarmış. Nobel Barış Ödülü’nden kazandığı 1.4 milyon doları 10 farklı hayır kurumuna dağıtan Obama, buna ek olarak gelirinin neredeyse yüzde 6’sı olan 329 bin 100 doları da bağışlamış. Ama Nobel’i çıkarırsak, bu rakamın yeterince cömert olmadığını yazıp çizmişler.
Biden’lar çok daha beter; gelirlerinin yüzde 1.45’ini bağışlamışlar. Önceki yıllara göre bir ivme varmış tabii; bir ara gelirlerinin sadece 0.1’ini ihtiyacı olanlara veriyorlarmış.
Pintiler listesinde sıra başı Vali David Paterson. Kendileri 2007’de 270 bin dolar kazanırken yaptıkları yardım sadece 150 dolar değerinde bir çöp torbası dolusu kıyafetmiş. 2009’da ise eşiyle birlikte gelirlerinin topu topu 1.6’sını bağışlamışlar.
Sarah Palin ile kocası 2006 ve 2007’de gelirlerinin yüzde 2’sini ev eşyaları ve kıyafet şeklinde vermiş. Dick Cheney ise zaten geçmişte 20 milyon doların üzerinde kazanç elde ettiğinde sadece 209 bin dolar, yani gelirinin yüzde 1’ini bağışlayarak tartışma konusu olmuş ve “Bu bence uygundur” diye kendini savunmuştu.
İşin ilginç yanı, bu isimlerin hemen hepsi daha az paralar kazandıkları günlerde ortalama bir Amerikan ailesi gibi gelirlerinin yüzde 3-5’ini bağışlıyorlarmış.
Yani, kesin, para insanı pintileştiriyor.
Benim esas merak ettiğim bizim Türk politikacıların her yıl gelirlerinin ne kadarını hayır kurumlarına bağışladıkları.
Bağış bizim kültürümüzde var malum. Zekat en basitinden. ıslam’ın şartlarından biri.
Ama ne bağışladığını söylememek, bununla böbürlenmemek de bizim kültürümüzde var.
Dolayısıyla biz kimin ne bağış yaptığını çoğunlukla bilmiyoruz.
Fakat keşke bilsek; bakın ne güzel, ABD’de siyasetçiler bunu uluorta yapıyorlar, böylece herkes öğrenmiş oluyor.
Bizde de parti liderleri veya önde gelen siyasetçiler yaptıkları bağışları açıklasalar, onların gözüne girmek isteyen ya da peşinden giden herkese örnek olur ve bağış rakamlarının zirve yapmasına katkıda bulunabilirler.
Aperativo akşamları
İtalya’nın güzelliklerinden biri Aperativo Bar’ları. Bu ülkede yemek öncesi atıştırma olarak bilinen ve çeşitli mekanlarda akşam yemeği öncesi kurulan Aperativo Bar’da sıcak ve soğuk atıştırmalıklar, kanepeler, küçük lezzetler ve kokteyller servis edilir.
Geçtiğimiz perşembe iş çıkışı şans eseri yemek yemek için düştüğüm Nişantaşı’ndaki Den Cafe’de, İtalyanların bu geleneğinin benimsendiğini gördüm. Dışarıda yer bulamayınca bir süreliğine bara oturduk. Önümüzde somonlu, rozbifli ve domates pestolu tartaletler, somonlu wrap dilimleri, peynirli tortellini şiş, sebzeli ve domatesli bruschettalar, mini pizzalar, felafel, fındıklı peynir topları...
Ben kendime “genç kız kokteyli” dediğimiz cinste çilekli-muzlu bir şey söyledim ve yanında bunların hepsinden en az bir tane mideme indirdim.
Meğer her perşembe 18.00-21.00 arası Den Aperativo akşamları yapılıyormuş.
Biz ne var ne yok yiyip üzerine bir de yemek yedik. Ama sırf arsızlıktan.
Ortalama bir insan bu atıştırmalıklarla yetinir kesin.
Tavsiye ederim, DJ performansı da var.
Her şeyin suçlusu müzik
Gece eğlenmeye çıktığımızda zil zurna sarhoş olmamızın nedeni müzikmiş. Tamam, esas neden içki ama içmemizin nedeni müzik.
George Prochnik bunu “In Pursuit of Silence” (Sessizliğin Peşinde) adlı kitabında anlatıyor.
2008’de Fransa’da yapılan başka bir araştırma, 72 desibelde çalan müzik eşliğinde erkeklerin 15 dakika içinde 2.6 içki tükettiğini, müzik 88 desibele çıkarıldığında 12 dakikada 3.4 taneyi yuvarladığını ortaya koymuş.
Yani, hızlı ve yüksek sesli müzik beynin kimyasıyla oynayarak insanı daha çok içmeye itiyor.
Artık, geceden kalma olduğunuz günlerde “Neden bu kadar çok içtim!” diye kendinizi dövmeyin, suçu müziğe atın.