Paylaş
Dönüp o şiddetin kaynağını, nedenlerini didiklemediğimizde, o şiddet ortadan kaldırılsa dahi her zaman patlamaya hazır bir bomba gibi yerli yerinde durur.
Toplulukların şiddete başvurmasının bir nedeni de barışçıl yolların tıkandığına, hak ve düşünceleri savunmak için başka bir yol kalmadığına inanmaları, dile getirilen taleplere siyasi iktidar ve kamuoyunun ilgisiz kaldığını düşünmeleri.
Erich Fromm, insanların inanç ve umutları yittiğinde, aldatıldıklarını hissettiklerinde, hayal kırıklığına uğradıklarında şiddete başvurduğunu söyler. Der ki “Umutsuzluk yıkıcılığı doğurur, hayal kırıklıkları yaşamdan nefrete yol açar”.
Ona göre bir toplumu oluşturan bireylerde yaşamdan nefretin tersine yaşam sevgisinin oluşabilmesi üç şeye bağlı:
Güvenlik, adalet ve özgürlük.
*
2013’ün Ocak ayında ‘çözüm süreci’ denen yeni bir sürece girdik. Bu sürecin sonunda Türkiye devleti ile PKK arasında 30 yıldır süren savaş durdurulacaktı. Siyasi iktidar beklentisini ‘terörün bitmesi’ diye ifade ederken, diğer taraf bu savaşın nedeni olarak tarif ettiği ‘Kürt kimliğini inkâr’dan kaynaklanan sorunların çözülmesini bekliyordu.
Barış İçin Kadın Girişimi gibi oluşumlar devlete barışı toplumsallaştırması ve şeffaflaştırması için çağrıda bulundu; aksi halde çözümün kalıcı ve sürdürülebilir olmayacağını belirtti.
Devletin barışın inşasında görev alan tüm kurumlarda kadın-erkek eşitliğini gözetmesi ve kadınları merkezine alan bir ulusal plan yapması da gerekiyordu. Biz daha ziyade ‘bıyıklı siyaset’ gördük.
Kadınlar önemliydi, çünkü dünyanın her yerinde kadınlar savaştan ve çatışmadan en fazla etkilenen gruplardan olmalarına rağmen çözüm ve barış dönemlerinde ihtiyaçları karşılanmıyor, mağduriyetleri görülmüyor ve deneyimlerinden faydalanılmıyordu.
Bizim süreç de farklı başlamadı. “Artık analar ağlamayacak” lafı dillere pelesenk oldu, o kadar.
*
Son günlerde sokaklarda gördüğümüz şiddetin fitilini ateşleyen Kobani olabilir. Ama bu ortamı hazırlayan hayal kırıklığının nedenlerini görmek için Fromm’un yaşam sevgisini oluşturduğunu söylediği (Kürtlerin) güvenlik, adalet ve özgürlük taleplerinin çözüm sürecinde ne kadar karşılandığına da bakmak gerek.
*
Özgürlük...
Anadilde eğitim ve öğretim ile kamusal alanda anadilde hizmetin güvence altına alındığını söylemek güç. Bu konuda çok küçük bir adım atıldı.
Adalet...
Kadınlar geçmişte işlenen suçların ortaya çıkmadığı bir barışı güven verici bulmuyorlardı. Savaşta, cezaevinde ya da gözaltında taciz ve tecavüz suçlarının af ya da zamanaşımı dışında tutularak faillerin bulunması ve yargılanması temel taleplerinden biri olarak öylecene duruyor.
Köye dönüşün şartlarının sağlanması, köy boşaltmalardan kaynaklanan zararların hakkaniyetli tazmin ve telafisi, faili meçhul cinayetlerin, kayıpların ve çocuk cinayetlerinin faillerinin bulunması, yargılanması ve toplu mezarların uluslararası anlaşmalara uygun şekilde saptanması ve kimlik belirlemelerinin yapılması kadınların hayata devam etmelerini sağlayacak şartlardandı.
Güvenlik...
Güvenlik reformları istediler. Tüm mülki amirliklerde toplumsal cinsiyet eğitimlerinin verilmesini, kalekolların yapımının durdurularak karşılıklı güven sağlayacak ortamların atılmasını, koruculuğun kaldırılmasını... Yapılmadı.
*
Türkiye’de barış süreci meydanlarda slogana dönse de ne yazık ki bir türlü ‘sorunun çözümü için somut adımların atılması’ aşamasına gelinemedi.
Şiddete haklı olarak kızarken bunların muhasebesini yapmazsak ilerleyemeyiz.
Paylaş