Paylaş
Öyle olmasa Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, İzzet Baysal ve Kadir Has’ın isimleri hafızalarda olmazdı. Ya da kötü anılırlardı. Ancak bu iş insanları yaptıkları hastaneler, okullar ve müzelerle birçoklarının gönlünde yer edindiler.
Bir de sosyal sorunların çözümüne dair çabalara dahil olan iş insanları var. Örneğin TEMA’nın kurucuları Hayrettin Karaca ve Nihat Gökyiğit. Ya da TOG (Toplum Gönüllüleri Vakfı) mesela, emekli bir banka CEO’su olan İbrahim Betil tarafından kuruldu.
Koç Grubu Başkanı Ali Koç Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin tanınırlığını artırmak için girişimlerde bulundu.
Hüsnü Özyeğin Vakfı’nın ‘kalkınma temel bir insan hakkıdır’ felsefesiyle kırsalda nasıl bir dönüşüme katkıda bulunduğunu bu yıl yerinde gördüm.
Benim çalıştığım grubu da saymadan geçmeyeceğim. Baba Beni Okula Gönder kampanyasıyla onlarca yurt binasının, okulun yapımına ve 10 binden fazla kız çocuğunun eğitim bursu almasına vesile oldu. Keza, Aile İçi Şiddet Hattı 2007’den bu yana 41 binden fazla şiddet mağduruna destek çıktı.
*
Bu bizim geleneğimizde var. Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi kamu hizmetlerinin temel kurumsal mekanizmasını vakıflar oluşturuyordu. Bugün artık Türk toplumu klasik hayırseverlik yaklaşımından daha katılımcı bir yapıya dönüşüyor.
Sosyal sorumluluk kavramı ülkemizde epey popüler. Evet, pek çok şirket de bunun üzerinden kendi reklamını yapıyor. Ama varsın yapsın; önemli olan topluma, insan haklarına, cinsiyet eşitliğine, çevreye katkıda bulunması.
*
Bir taraftan böyle...
Bir taraftan da vicdanının kapısını kapamış, yatırımını yapacağı yerin yerel halkına copla, tekmeyle, kelepçeyle terör saçan başka türlü bir sermaye var.
Yırca’ya yapacağı santral için halkın gözyaşları sel olmuşken 6 bin zeytin ağacına kıyan şirket ve benzerlerinden bahsediyorum.
Bu şirketleri de sahiplerini de toplumun vefayla anacağını sanmıyorum.
Şirket internet sitesinde sosyal sorumluluk bilincinin temel değerlerini sıralamış. Tekrarlamakta lüzum görmüyorum. Zira son günlerde bunları oraya laf ola beri gele yazdığını gördük, kıvranarak izledik.
‘Sosyal Sorumlu Yatırım’ kavramı henüz ülkemizde çok benimsenmiş olmasa da, bu ve benzeri şirketlerin kavramın en uzağına düşenler olduğu ortada.
*
Hiçbir zaman “Paranın kendi ahlakı vardır” sözünü anlayabilecek raddede zengin olmadım. Ama mesele, o raddede zengin olsan da o sözü benimsememek.
Son yıllarda tanık olduklarımız, hunharca girişilen yatırımlar “Ülkemiz büyüyor, kalkınıyor” diye gerekçelendirilse de, sermayeyi itibarsızlaştırıyor.
Ama en önemlisi insanların canını alıyor, onları toprağından ediyor, kalpleri kırıyor, acı veriyor, biçare bırakıyor.
Yırca’da, Soma’da, Murgul’da, Ergene’de, Fatsa’da, Akyaka’da, Karaman’da, Boğazpınar’da, ülkenin dört bir yanında yerel halklar ağlıyor. Bu yerel halkları topladığınızda da Türkiye halkını elde ediyorsunuz. Hiç küçümsemeyin, damlaya damlaya göl oluyor.
Paranızı çocuklarınıza bırakırsınız ama sizi gelecek nesiller hatırlar. Ya da hatırlamaz. Hikâye bu.
Paylaş