İz TV’de yayınlanan “Ün Kapanı” belgeselinin ilk bölümü Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nın dününü ve bugününü anlatıyor. Geçmişin mahşer yeri gibi çarşısı bugün sinek avlıyor.
“Arkadaşlar, hazır mısınız?” Geçtiğimiz hafta ilk bölümü İz TV’de yayınlanan “Ün Kapanı” belgeselini Orhan Baba meşhur sözüyle açıyor. Müjde Yazıcı’nın hazırlayıp sunduğu belgesel, adından da anlaşılacağı üzere, 1980’lerin sonuyla 90’larda altın çağını yaşayan ve müziğin üssü niteliğini kazanan Unkapanı’nı anlatıyor. Belgeselin girişinde Yazıcı, Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nın tenha koridorlarında yürürken anlatıyor: “Şöhret olmak isteyenlerin bir zamanlar varını yoğunu bırakıp müzik şirketlerinin kapısında sırada beklediği, Türk filmlerine konu olan Unkapanı’nda son yıllarda biliyoruz ki kimsecikler yok.” Vaktiyle albümlerin milyonlar sattığı, şimdiyse hem hareketini hem de prestijini kaybeden Plakçılar Çarşısı küçüldükçe, Manifaturacılar Çarşısı o tarafa doğru büyümüş, plak firmalarının yerine mineflocular, tesettür giyim dükkanları açılmış. Malum, işler kesat. Ama belgeseli izlerken görüyoruz ki Plakçılar Çarşısı’nın batmasının tek nedeni dijital çağ değil. Müzik yapımcılarının vizyonsuzluğu, üretilen müziğin içeriğinin ve kalitesinin düşmesi gibi nedenlerle de doğru bir rota bulunamamış. Yoldan geçene albüm yapılmış. “Su tesisatçısına albüm yaptılar” diye anlatıyor esnaf. “2 bin lira bul, getir, yapalım albümünü” demişler ve yapmışlar. On Air Müzik’in sahibi Burak Demirasan, “Geçmişe takılmışız biz. Yeni birisi gelir, şöyle tarif ederler: ‘Muazzez Abacı gibi, Bülent Ersoy’un aynısı.’ Halbuki yeniliğe açık olmamız gerekirdi” diyor. MFÖ’den Fuat Güner, “Plakçıların çoğu tarlalarını satıp İstanbul’a gelenlerdi. Pek müzikten anlamaz, ticaret amaçlı bu işe girerlerdi. Eskiden sanatçılara da çok para verilmez, dolayısıyla plakçılar altlarında Mercedes’lerle gezerdi” diyor. İzlerken insanın yüreği burkuluyor; en çok da esnafın haline üzülüyorsunuz. 30 yıldır çarşıda hamallık yapan Yusuf Özışık 88’de İbrahim Tatlıses’in 100 koli kasedini taşıdığı günlerden söz ediyor. Mecburen hamallığı bırakıp çarşıda ayakkabı boyacısı olmuş. Hamallar eskiden günde 1000-2000 koli mal taşırken şimdi bu sayı, 1-2, en iyi ihtimalle 10. 80’lerde öğle yemeğine gitmeye vakit bulamayan plakçılar şimdi masalarında oturup ufka dalıyor. Çarşının 25 yıllık çaycısı vaktiyle yanında 66 kişi çalıştırdığından, ona rağmen çay yetiştiremediğinden bahsediyor. şimdi tek başına kalmış... Çarşıda yıllardır değişmeyen tek şey, albüm yapıp ünlü olma arzusuyla plak firmalarının kapısını çalan insanlar... 20 bin euro karşılığında albüm yapılıyor hazır söz ve altyapılarla. Varını yoğunu satıp ıbo olmak için gelenleri mi ararsınız? Parası olduğu halde albüm yapıp prestij arayan işadamlarının karılarını mı? Yazıcı’nın sözleriyle noktayı koyacak olursak; “Burası herkes için müziğin ‘ün kapanı’. Müzik yapıyorsan, müzik satıyorsan adımlarını nereye koyacağını bileceksin, yoksa kapana kapılman, okyanusta boğulman an meselesi...”
Belgeselden notlar
90’larda Unkapanı altın çağını yaşarken, bir dükkanın sattığı albüm rakamını şimdi ancak bütün çarşı toplamda yakalayabiliyor.
Türkiye’de kayıtlı binlerce müzik yapımcısı olsa da piyasanın yüzde 70’i 11 şirketin elinde.
Türkiye’de yılda 1150 albüm çıkıyor. Bu rakam İngiltere’de 26 bin, ABD’de 33 bin.
30 yıl önce Unkapanı’nda dükkan tutmak zordu, hava parası olmadan hele, imkansızdı. Şimdi bırakın hava parasını, dükkanlar bomboş. Vitrinlerdeki sanatçı posterlerinin yerini gazete kağıtları almış, yanık seslerin yankılandığı dükkanlar derin bir sessizliğe gömülmüş.
CD teknolojisine geçip insanlar artık kaset almaz olduktan sonra, elde kalan milyonlarca kaset imha edilmek üzere Irak’a yollanmış.