Paylaş
24 yaşındaki Emre Uğur, Şanlıurfa’nın Harran ilçesindeki Şehrince Köyü’nde okul öğretmeni. Ana yolun kenarından geçerken ışıklarını göremediğiniz, yurdun okyanusta su damlası kadar köylerinden biri bu.
İstanbul’dan bu köye varan Uğur’un meslekte ikinci yılı. Aslında ‘öğretmen’ onu anlatmaya yetmiyor; o daha ziyade, pamuk tarlalarıyla çevrili bir köy okulunda, geleceğini tarladan başka yerde göremeyen çocuklar için bir hayal mimarı.
İmkansızlığın yaratıcılığı mağlup edemeyeceğine inanan bu gencecik adamın öğrencileriyle beraber hayal avcılığı bir gün bir öğrencinin televizyonda Semih Saygıner’i izleyip bilardoyu merak ettiğini söylemesiyle başladı. Öğrencinin sözleri o gece Uğur’un uykularını kaçırdı. Sabah ilk iş çamur karmaya koyuldu; öğrencileriyle birlikte çamurdan bir bilardo masası yaptılar, kozalakları top diye kullandılar.
Onu, ders sıralarıyla inşa ettikleri voleybol sahası, onu da su şişelerinden yaptıkları halterler izledi.
*
Uğur ara sınıflarda okuma yazma bilmeyen çok çocuk olduğunu görünce okul çıkışlarında okuma yazma mesaileri başladı. Öğrenme sürecini eğlenceli hale getirmek için defter yerine traş köpüğüne yazdırdı alfabeyi. 15 yaşında pek çok çocuk bir ay içinde okumayı söktü.
“Bu çocuklar Jules Verne'i tanımadan pamuk tarlasında güller yetişmez ki” diye düşünen Uğur, köye kütüphane getirmenin çöle su getirmekle eşdeğer olduğu inancıyla çocuklara kütüphane kurma sözü verdi. Bir ay geceli gündüzlü çalıştı, kitaplar topladı, raflar buldu. Bu kütüphane 3 bin kitapla çevredeki köy okullarının ilk kütüphanesi oldu. Uğur şimdilerde çocuklarla beraber üçüncü bir köy okuluna kütüphane açmak için çalışıyor.
Dersleri ezberciliğe dayanmıyor. ‘Bölgemizi tanıyalım’ konusu işleniyorsa misal, kapıyor Harran’ı hiç görmemiş Harranlı öğrencilerini, ilçede tarihi bir kalıntı olan dünyanın ilk üniversitesinde işliyorlar dersi.
Ya da mesela, “Dişlerinizi fırçalamalısınız” deyip geçmiyor, tüm öğrencilere diş fırçası ve macun temin ediyor; her sabah birlikte fırçalıyorlar dişlerini.
*
Uğur öğrencilerine hedeflere ulaşmanın imkansız olmadığını göstermek için sınıfta onlara defalarca Aziz Sancar’ın Nobel konuşmasını izletiyor.
Hedef belirlemeleri için her hafta derslerinde farklı bir mesleği tanıtıyor. Bazen bir doktor kıyafetiyle giriyor derse; bazen bir mühendis baretiyle ve her detayıyla inceliyorlar o mesleği.
Bir öğrenci süt içmeyi sevmediğini söylediğinde geçiştirmiyor; süt kutusunun üzerine fil resmi yapıştırıyor, pipeti de filin hortumu yapıyor.
Bir öğrenci derste uyuyakalırsa onu azarlayarak uyandırmak yerine ceketiyle üzerini örtüyor. “Çocuğun uykusunu bölerek engelleyemeyiz ki sorunu, temeline inmeliyiz her sorunun” diyor.
Yeri geliyor çorap giydiren el oluyor öğrencilere, yeri geliyor sırtı merdiven oluyor onlara. “Ne kadar öğretmen isem o kadar abi, o kadar baba olmam gerekiyor. Çünkü yeni nesli yetiştirmek kolay zanaat olamaz” diyor.
“Eminim, çocukların hedefleri bir fidan olmuş yeşeriyor zihinlerinde ve ben onlara can suyu olmaktan mutluluk duyuyorum” diyor.
Asla bağırmıyor çocuklara. Zira ona göre, zambakları yetiştiren gök gürültüsü değil, yağmur.
Öğrencilerin edindiği her bilgi bir yağmur damlası ve onlar suyun hayat verişine halen doyamadılar. Gel zaman git zaman, birçok yarışmada il ve ilçe birincilikleri edindiler. Okulda bilim fuarları düzenlediler. Yeri geldi bir yanardağdan fışkıran lavlarda yürüdüler bilime; yeri geldi sürtünme kuvvetiyle çalışan bir arabanın tekeriyle.
*
Velhasılıkelam…
Umutlarımız zaman zaman azalsa da…
Umutsuz olmamalı.
Bir yerlerde aydınlık geleceğin tohumları atılıyor.
Paylaş