Paylaş
Yanlış siyaset dilinin neticesi olarak, normalde doğanın tarafında yer alacak insanların bir kısmı kutuplaşma ortamından kaçmak adına konudan uzaklaşıyor. Ya da kendi tuttuğu partiye çevre üzerinden zekice olmayan üslupla saldırıldığında çevrenin değil, partisinin safında yer alıyor.
Çevre talanının boyutu yöneticilerin yaklaşımıyla, eylemleriyle belirleniyor ama buna rağmen unutmamalı ki, bu özünde sistemin yarattığı bir sorun.
18. yüzyıldan itibaren Sanayi Devrimi’nin etkisiyle kömür ve kentleşme derken çevre sorunları ortaya çıkmaya başlıyor.
Yani aslında doğaya can çekiştiren, bizdeki gibi giderek vahşileşen kapitalist sistem. İktidarlar ise onun araçları.
*
Sinek Sekiz yayınlarından çıkan ‘Ekoloji Cep Rehberi’ adlı bir kitap var. Şöyle bir göz atabileceğiniz, bir kenara veya cebinize koyup daha sonra tekrar başlayabileceğiniz şekilde düzenlenmiş bir kitap bu.
Kitabın yazarı Ernest Callenbach, kitabının ekolojik dünyaya benzer bir şekilde fakat bakteriler ya da mantarlar yerine sözcüklerle oluşturulmuş bir ağ olduğunu söylüyor ve şöyle diyor:
“Her şey birbiriyle bağlantılıdır. Her şey bir yere gider. Hiçbir şey sonsuz değildir. Son sözü doğa söyler.”
*
Bu kitabın son sözünde esas sorunumuzun iktidarlar değil, günümüz ekonomisi olduğu çok güzel anlatılıyor:
“Geçtiğimiz yüzyılın başlarında ekonominin prestijli bir konumu vardı. Ama artık ekonominin gerçekliğin yalnızca bir kısmını, yani satılan ve alınan şeyleri ele aldığına yönelik bir anlayış yayılmaktadır. Ekonominin terminolojisi bile bizi ekolojik gerçeklikten uzaklaştırır; ekonomide hayvanlar ‘çiftlik ürünleri’ veya ‘kürk malzemeleri’, dağlar ise ‘mineral kaynakları’dır.”
Kitap, ekonominin sürdürülebilir bir geleceğe katkısı olması için baştan sona gözden geçirilmesi gerektiğine vurgu yapıyor.
*
Sayfalarında okura aşılanan ekolojik dünya görüşü, dar ekonomik görüşle taban tabana zıt: Bir ülkenin gerçek gayrisafi milli hasılasının endüstriyel değil, biyolojik olduğunu, dünyadaki yaşamın tek gerçek üreticiler olan mavi-yeşil bakteriler tarafından oluşturulduğunu söylüyor ve insan yaşamının devam etmesini sağlayan 4 milyar yaşındaki karmaşık yaşam ağını her açıdan değerlendiriyor.
*
Doğayı kurtarmak için elbette politik olarak örgütlenmek gerekli. Ancak doğruya doğru; muhalefet çevre konularına -kürsüden kükremek ya da öğreten adamı oynamak dışında- ne kadar sahip çıkıyor?
Mesela Akkuyu veya Sinop’ta nükleer santral karşıtı halk muhalefeti yanında hissediyor mu? Yoksa, öyle uzaktan ezbere konuşan birilerini mi görüyor?
Çevre bir yana, kadın meselesine bakalım...
Kadın cinayetlerini tartıştığımız şu günlerde iktidar partisinin kadın politikalarının çuvalladığı ortada.
Öte yandan CHP kurultayına bakıyorsunuz; her iki aday da erkek egemen dili kullanıyor.
İnce “Cumhurbaşkanı adaylığı için içimizden bir YİĞİT çıkaramadık” derken...
Kılıçdaroğlu “ADAM GİBİ” lafını zikrediyor.
Kılıçdaroğlu kadın-erkek eşitliğine değindiğinde neredeyse sadece kadınlardan alkış geliyor.
*
Kadın meselesindeki gibi, çevre meselesinde de yanlış siyaset dili kullanılıyor.
İktidar doğal olarak sistemi savunuyor ve koruyor...
Muhalefet ise yapması gerekeni, gerektiği gibi yapmıyor.
Paylaş