Paylaş
İnsan selinin arasından güçlükle uzanıp şoföre “Binebilir miyim? Ama kartım yok” diye sesleniyorum.
“Birisine parasını ver kartını okutsun” diyor.
Herkes birbirini çiğneyerek otobüse binme derdinde, kimse dönüp bakmıyor; tam gideceğim, şoför sesleniyor: “Gel gel, birisi okuttu.”
Kartını okutan kadının yanına varıyorum, “Ne ödeyeceğim size?” diye soruyorum, “Hiçbir şey” diyor.
*
Sizin de başınıza gelmiştir.
Hiç tanımadığınız ve ihtimal o ki daha da karşılaşmayacağınız birinden bir armağan almışsınızdır.
Oysa modern toplumda armağan karşılıklılık esasına dayanıyor.
Birine bir şey alırsınız, sonra o size alır...
Birine bir iyilik yaparsınız, sonra o size...
Böyle bir silsile.
*
Ben birisinden bir armağan aldığımda -hediye olur, ısmarlanmış bir yemek ya da içki olur- çok geçmeden karşılığını vermek istiyorum.
Çünkü o armağanı üzerimde bir yük gibi hissediyorum.
Kimseye borçlanmak ya da minnet duymak istemiyorum.
Bu birisine armağan verdiğimde karşılık bekliyorum anlamına gelmiyor ama açıkçası kimsenin bana şu veya bu sebeple minnet duymasını da istemiyorum.
Üstüne üstlük bugünün dünyasında armağanlar el emeği, göz nuru veya ilkel dönemlerde insanların inandığı gibi ‘ruhu olan’ olan şeyler değil. Parasıyla alınmış standart ve tekdüze nesneler.
Adorno’nun dediği gibi, “Yanlış hayat doğru yaşanmaz”. İnsanı nesnelere bağımlı hale getiren düzen de, armağan alışverişinin metadan öteye geçmesine izin vermez.
Belki de bu yüzden, hiç tanımadığım birinin karşılık beklemeden bana bir otobüs yolculuğu hediye etmesi hoşuma gidiyor.
Aynen bir daha hiç karşılaşmayacağım birine bir armağan vermekten hoşlandığım gibi.
İnsanın tüketiciye indirgendiği bir dünyada satın alınmış bir armağanı ilişkilerime fazla sokmayarak belki de kendi çapımda düzeni protesto ediyorum.
Ama farkındayım, birisine borçlanmayı yük olarak görerek bir yandan da düzenin bana dayattığı davranış kalıbı sınırları içinde kalıyorum. Böyle bir çelişki.
*
Bugün meta alışverişinin tavan yaptığı Sevgililer Günü.
Özel günlerin en bayağısı.
Sevgiliye armağan alınan bir kırmızı gülün fiyatının beşle çarpıldığı, mağazaların süslerin en yavanıyla donatıldığı, kırmızının diğer tüm renkleri ezip geçtiği, mecburen çıkılan yemeklerde en az bir masadaki çiftin birbirine girdiği, kalp deseninin ilanihaye yok olmasının dilendiği o gün.
Kâr amaçlı metaların görev icabı tüketildiği bir ‘sevgililik sektörü’nden söz ediyoruz.
Öyle bir sektör ki bu, içinde gerçek hiçbir şey barındırmıyor; öz, yerini dış görünüşe bırakıyor, pasif bir kabulleniş devreye giriyor, ‘var olma’nın yerini ‘sahip olma’ alıyor, ‘mış’ gibi yapmanın şahikası yaşanıyor, basit imajlar boş bir amaca hizmet ediyor, insan kendinden uzaklaşıp ilişkisine de yabancılaşıyor.
Sahte ihtiyaçların üretilip durduğu ve bolluk içinde yoksunluk hissiyle dolup taştığımız günümüzün meta dünyasında daha da bayağılaşmanın ne âlemi var?
Çok rica ediyorum, bunu kendinize yapmayın...
Yılbaşından, Anneler Günü’nden, Babalar Günü’nden geçtim... Hepsi size kalsın.
Ama bari şu Sevgililer Günü’nü kutlamayın.
Paylaş