Paylaş
Kozmetik sektörünü yaratanların başında markasına adını veren Helena Rubinstein ve L’Oreal’in kurucusu Eugene Schueller gelir.
Rubinstein, büyüdüğü Krakow’dan sırasıyla Viyana ve Avustralya’ya göç etmiş bir Yahudi kızı. Güzellik malzemelerini şık kaplara koyup şık mağazalarda maliyetinin 50 katına satma kurnazlığını gösteren, servetini de bu yolla yapan ilk kişi.
Schueller ise aslen kimyager.
Rubinstein rüya satıyor; o ise bilimi pazarlıyor.
Ve Schueller gerçek bir işadamı. II. Dünya Savaşı’nda şirketinin ayakta kalabilmesi için Naziler’le işbirliği yapıyor. Sinagog bombalayan, Fransa’nın en aşağılık adamlarıyla takılıyor.
Ne zaman ki Naziler’in kaybedeceğini seziyor, anında saf değiştirip direnişçilere para akıtıyor. Zamanla ülkenin en güçlüleri haline gelecek Kabalacılar’la içtiği su ayrı gitmiyor.
Yeni dünyadaki yerini böyle satın alan Schueller, L’Oreal’i günümüz holdinglerini andıran bir yapıya kavuşturuyor. Şirketi profesyonel yönetiliyor, büyük bir AR-GE laboratuvarı kuruyor, sektörde devrim yaratan ilk gerçek saç boyasını geliştiriyor.
Öte yandan Rubinstein, bütün akrabalarını işe alıyor, şirkette at koşturmalarına göz yumuyor, kazandığı parayı da daha büyük ve gösterişli elmaslara harcıyor.
Hazin son şu: L’Oreal, Rubinstein markasını satın alıyor.
İroni ise malumunuz; Yahudi bir girişimcinin girişimi, günün sonunda bir Nazi işbirlikçisinin oluyor.
Günümüzün popüler yazarlarından Malcolm Gladwell, geçtiğimiz günlerde Toronto Halk Kütüphanesi’nde bir konuşma yaptı. Bence konuşmanın ilgi çekici kısmı, çağımızın başarılı işadamlarını, girişimcilerini nasıl kutsal figürler sandığımız.
“Onlar yeni peygamberlerimiz” diyor Gladwell, “Onlara tapıyoruz. Biyografilerine göz atın, azizlerin hayat hikayelerini andırıyor.”
Peki bu saygıyı hak ediyorlar mı?
Gladwell böyle düşünmüyor.
Çünkü ona göre, iyi girişimciler vicdanlı olamazlar: “Vicdansızlar demiyorum. Ama vicdanlı da değiller.”
Schueller, Nazi değildi. Aslına bakarsanız, politikaya 5 dakikadan fazla kafa yormamıştır da.
Umursadığı tek şey L’Oreal’di. Onu ayakta tutmak için Naziler ile iyi geçinmesi gerekiyorsa geçinir, onları satması gerekiyorsa satardı.
Takıntısı, işiydi. Bu yüzden başarılıydı. Ama işte onun hikayesi, ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, girişimcileri kutsal saymamamız gerektiğinin de kanıtı.
Kahraman değiller.
Diğer yandan Oskar Schindler mesela, berbat bir işadamıydı. Ama kahramandı.
II. Dünya Savaşı’nda fabrikasında çalıştırdığı Yahudi işçilerin hayatını kurtarmak için kazandığı bütün parayı Naziler’e rüşvet olarak yedirmişti.
Ahlaki kaygıları ve vicdanı, iş yapma biçimini etkilemişti.
“O yüzden, girişimcileri ulvi bir yere oturturken, neyi kutsal saydığımız konusunda düşünmemiz gerek” diyor Gladwell:
“Onlar bizim manevi liderlerimiz değil. Olsalardı bu derece başarılı işadamları olmazlardı.”
Bir de Bill Gates gibileri var.
Dünyanın en acımasız kapitalistiyken, bir sabah uyanıp “Yeter artık” diyebilenler...
Gladwell’e göre, 50 yıl sonra kimse Microsoft’u hatırlamayacak. Hatırlanan, yaptığı hayır işlerinden dolayı Bill Gates olacak. Gates, belki de parası sayesinde sıtmanın kökünü kazıyacak. “Millet, ‘Steve Jobs kimdi?’ diye sorarken, 3’üncü Dünya ülkelerine Gates’in heykelleri dikilecek” diyor Gladwell.
Paylaş