Paylaş
Kimi diyor “Arttı”.
Kimi diyor “Artmadı. Algıda seçicilik yapılıyor”.
Pek çok konuda olduğu gibi, burada da veriye ulaşmak mesele olduğundan, bu tartışma bir yere varamıyor.
Aslında artıp artmaması da mühim değil. Eldeki yeter de artar.
Tek bir kadın bile kadın olduğu için öldürülüyorsa bir ülkede, sayının ne önemi var?
Bir yılda Türkiye’de 300 değil de 200 kadın öldürülüyor olsaydı ne değişecekti? Ya da 150... Hadi, deyin 100.
Sayı 100 olsaydı, “Bu ülkede kadınlar kadın oldukları için öldürülmüyor” mu diyecektik?
Şiddet önleme ve izleme merkezlerine 65 bin kadının başvurduğu bir ülkede kadına şiddet sorunu yokmuş gibi mi yapacaktık?
Ya da sayı 300 değil de 500 olsaydı sorun daha mı büyük görünecekti?
Hepsinin cevabı “Hayır”.
Ve herkes de bunun farkında.
Farkında olunmasa, 140 bin emniyet personeline kadına şiddetle mücadele eğitimi verilmezdi.
Farkında olunmasa, 81 ilde kadına yönelik şiddetle mücadele için emniyet büro amirlikleri kurulmazdı.
Sorun büyük.
Ve herkes de bunu görüyor.
Görüyor da, önemsiyor mu? Esas soru bu.
*
Uluslararası Antalya Üniversitesi’nin gerçekleştirdiği araştırma kapsamında “Türkiye’nin en önemli sorunları sizce nelerdir?” sorusuna alınan yanıtlara baktığımızda, toplum nezdinde kadına şiddet sorununun 10 maddelik listede Rusya krizi, mülteci ve dış politikanın bile gerisine düşerek sondan ikinci olduğunu görüyoruz. Yani toplum, komşularla olan biteni, kendi evinin içinde olup bitenden daha fazla önemsiyor. Türkiye’de her 10 kadından 4’ünün şiddet gördüğünü düşününce, evet evin içi.
Kadına şiddeti ülkenin birinci sorunu olarak görenlerin oranı yüzde 0.4. Yani 78 milyonluk ülkede taş çatlasa 3 milyon kişi kadınların yaşam ve insanca yaşam hakkının ekonomiden daha önemli olduğunu düşünüyor.
Halbuki, o pek önemsedikleri ekonominin ‘şaha kalkması’ için kadının da işgücüne katılması gerek.
*
Kadına şiddetin tahrikle, kıskançlıkla, ani parlamayla, alkolle, hastalıkla açıklanamayacağını, bunların sadece bahaneler dizisi olduğunu biliyoruz.
Bu ülkede ataerkil düzenin, çocuk gelinler, zorla evlendirmeler, kadınların eğitimsizliği ve çalışmaması üzerinde yükseldiğini biliyoruz.
Soy ideolojisinin kadınları dümdüz ettiğini, onlara mülk muamelesi yapıldığını biliyoruz.
Hayata erkeklerin ‘onur’la donanmış halde 1-0 önde, kadınların ise taşıdıkları ‘utanç’ potansiyeliyle 1-0 geride başladığını biliyoruz.
Tüm bunların kadına şiddeti doğurduğunu, besleyip büyüttüğünü biliyoruz.
*
Her kesimden bütün erkekler bu ataerkil düzenin nimetlerinden faydalanıyor. Öyle ki, en büyük suçlardan cinayeti işlediklerinde bile, çoğunlukla yargının ‘erkekçi’ zihniyetini arkalarında buluveriyorlar.
Şiddetten zinhar uzak duran ve hatta kadın hareketi destekçisi erkekler bile erkek düzenin ‘hediye’lerinden şikâyetçi değil. En basitinden, kaç erkek misal, aynı işyerinde aynı işi yaptığı bir kadının kendisinden daha düşük ücretle çalışmasına sesini çıkarıyor?
Dünyada kim iktidardan kolayca vazgeçebilmiş ki, erkekler vazgeçsin?
Haliyle, ataerkil düzenin şaftını birileri kaydıracaksa, bu, kadınlar olacak.
Toplumsal zihniyet değişmeden de...
Değil yılda 300, 3 bin kadın da öldürülse...
Sığınmaevlerinin sayısı 100 değil, bin de olsa...
Cinayetleri protesto etmek için pankart açmak yerine, kadınlar kendilerini de yaksa...
Kadın cinayetleri bitmeyecek.
Ve memleketin de en önemli meseleleri arasında yer bulamayacak.
E çünkü kolay değil...
Bir toplumun kendi yarattığı şiddetle ve eşitsizlikle yüzleşmesi kolay değil.
Yürek ister.
Paylaş