Paylaş
Okul idaresi, Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 59’uncu maddesine dayanarak E.I.’yı okuldan atmıştı.
Yönetmeliğe göre, ortaöğretim süresinde sınıf tekrarı en fazla bir kere yapılabiliyordu.
Ve E.I. ikinci kez sınıf tekrarına düşmüştü.
Bu durumda eğitimine ancak açık öğretim lisesinde devam edebilirdi.
İki kez sınıf tekrarı yapan öğrenciyi örgün öğretimin dışına atan bu yönetmelik BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’den tutun da Anayasa’ya, Çocuk Koruma Kanunu’na, Milli Eğitim Temel Kanunu’na, AİHS ve AİHM içtihatlarına aykırı.
Eğitim temel bir haktır. Ve temel haklara ilişkin sınırlamalar ancak kanun ile konulabilir.
Her türlü eğitim kurumu ve programının -ayrımcılık gözetilmeden- herkes için ulaşılabilir olması gerekir.
İki kez sınıf tekrarına düşen çocuğu açık liseye gitmeye zorlamak onun eğitim hakkını sınırlamaktır.
*
Örgün eğitim sisteminde amaç sadece bilgi aktarmak değil, çocuğun temel iletişim becerilerinin gelişmesidir.
Siz devlet olarak çocuğu okul ortamından çekip, özel alana terk edip, televizyon ve bilgisayardan kendi kendine ‘öğrenmeye’ zorluyorsanız, tüm çocuklara aynı hakkı eşit şekilde dağıtmıyorsunuz, ayrımcılık yapıyorsunuz demektir.
E.I.’nın açtığı davada dilekçe veren Milli Eğitim Bakanlığı demiş ki: “E.I. zorunlu eğitim görme hakkını iyi kullanamamıştır.”
Kaymakamlık demiş ki:
“Başarıyı getiren kişinin kendi azmi ve çabasıdır.”
Devlet kurumları nasıl oluyor da bu işten böyle sıyrılmayı düşünebiliyor?
‘Bu çocuk neden başarılı olamadı?’ sorusunu mahkemeye değil, kendilerine sormaları gerekir.
Verdikleri eğitimin niteliğini sorgulamışlar mı hiç? E.I.’ya yönelik ek destekleyici ve geliştirici önlem almışlar mı? Gerekli rehberlik hizmetlerini sunmuşlar mı?
Bu çocuğa taciz girişimleri olduğunu biliyorlar mı mesela?
Mevzubahis bir çocuk. Çocukların desteğe, korunmaya ihtiyacı vardır. Bir kız çocuğunu, kapasitesini güçlendirmek yerine, iki tökezlemede örgün öğretimin dışına atan devletin, bir yandan da kız çocuklarının okullaşmasına dönük kampanyalar yapması çelişkili değil mi?
Hele de bu ülkede, örgün öğretime devam etmeyen çocukların istismara uğrayabildiği; çocuk evliliklerinin, çocuk işçiliğinin söz konusu olabildiği; çocuğun maddi-manevi varlığını geliştiremediği; çocuğun üniversiteye girme ihtimalinin ziyadesiyle azaldığı bilinirken.
Devlet çocukları başarılarına göre sınıflandırmadan önce, dönüp verdiği eğitimin kalitesine bakmalı. PISA ölçümlerinde OECD ülkeleri arasında son sırada yer alan neden hep Türkiye örneğin?
*
Türk Psikologlar Derneği’nin dava için verdiği görüşte de belirttiği gibi...
Okul, çocukların sadece ders yaptığı ve sadece bilişsel gelişime odaklı bir yer değil. Okul, aynı zamanda çocuğun sosyal ve duygusal gelişimine destek veren bir yer. Çocuk bu haktan mahrum bırakılarak izole olacağı açık liseye aktarılamaz.
İdare, çocukların başarısızlığını kapsamlı biçimde araştırmalı; zayıf yanlarının pekiştirilmesi için onları desteklemeli. İki yıl üst üste bir çocuğun başarısız olmasının nedenlerini ortaya koymalı ve bunlara çözüm aramalı.
Çocuğun akademik başarısızlık nedeniyle okulla ilişiğinin kesilmesi, okulların öğrencilere sadece akademik beceriler kazandıran kurumlar olarak nitelenmesine yol açar. Ki bu da temel eğitim felsefelerine ve ülkemizde yürütülen eğitim-öğretim hedeflerine ters düşer.
*
Çocuk istismarında bir vekilin çıkıp “Aileler çocuklarını korusaydı” demesi gibi, burada da devlet çıkıp başarısız oldu diye suçu çocuğa atamaz.
Başarısızlığın nedenlerini bulup ona çözüm geliştirmek, hem çocukları hem de onların eğitim hakkını korumak devletin görevidir.
Paylaş