Paylaş
Agatha Christie’nin Marple’ı ile Poirot’su arasında kararsız kalırdım.
Marple gibi örgü örerken cinayetleri çözmek veya Poirot gibi insan doğasının en ince ayrıntılarını gözlemlemek.
Onların beyin egzersizlerini, bir Jane Austen karakteri gibi kafayı aşka takmaya misliyle yeğlerdim.
****
Ayvalık’ta kuaförde sıramı beklerken kafamdan bunlar geçiyor.
Vesile, Cunda Adası’nda sabaha karşı işlenen cinayet.
İstanbul’dan ailesiyle tatile gelmiş bir adam cinayete kurban gidiyor.
Kaldığım otele bir dakika mesafede, önünden geçerken “Restore edilse Muhteşem Gatsby’nin malikanesini aratmaz” diye sayıkladığım metruk binanın önünde.
****
İstanbulluyu birkaç yerinden bıçaklayan 18 yaşında, bir çocuk babası H.O. ifadesinde adamı cinsel ilişki teklif ettiği için öldürdüğünü söylüyor.
Denizi, güneşi boşverip tüm gün cinayetle ilgilenmek istesem de eşim saçmaladığımı düşünüyor.
Marple ve Poirot’nun başarıları biraz da bekar olmalarından kaynaklanıyordu. Varoluş nedenlerine odaklanabiliyor, kendilerini cinayetleri çözmeye adayabiliyorlardı.
Bekar olsam adadaki cinayeti çözerdim demiyorum; benimkisi heves. Hayalde her şey olmakta ve neden olamadığımızı gerekçelendirmekte özgürüz nasılsa.
****
Bu cinayetin Poirot ve Marple hikayelerinden farkı, katilin baştan belli olması.
Şüphelileri bir odaya toplayıp kıvrak zeka şovu ardından katili açıkladıkları bölüm bu kez olmayacaktı.
Ki bu onların öykülerinin en güzel yeri. Okuru kendilerine hayran bıraktıkları bölüm.
Evet, belki klasik bir Agatha Christie öyküsü gibi bitmeyecekti Cunda Adası cinayeti...
Ama katilin ifadesi o kadar inandırıcılıktan uzak ki, bu iki karakter o son vuruş olmadan da harikalar yaratırlardı.
****
Akşam gittiğimiz lokantada garson su servisini yapar yapmaz konuya giriyorum.
“Biz de bilmiyoruz işin aslını” diye kestirip atıyor.
Küçücük bir yer Cunda. “Katili tanıyor muydunuz?” diye soruyorum. “Hayır” diyor. İnandırıcı gelmiyor.
Eşim “Yeter artık, bırak şu cinayeti” deyince zorlamıyorum.
Zaten garson da konuyu kapatma peşinde.
Marple ile Poirot bunu bile üzerinde durulması gereken ipucundan sayar, olayı aydınlatma yoluna bir taş döşerlerdi diye düşünüyorum.
****
Ertesi gün kuaföre girdiğim anda, cinayetin gündelik hayata kattığı “heyecana” tanık oluyorum.
Tevekkeli değil, o sırada yazlarını Ayvalık’ta geçiren Zeynep’le mesajlaşıyorum. “Bu Ayvalık’ın tarihindeki 5’inci cinayet falandır” diyor, “Bir de bizim peynir aldığımız adam sevgilisinin kocasını öldürmüştü”...
Kuaförde bir kadın her gelene anlattığı cinayetin 3’üncü baskısında:
“Sütçünün oğlu da orada. Adam buna sahip olmak istiyor.”
Öyle bir anlatıyor ki sanırsınız olayın tanığı.
“İçkililer miymiş?” diye soruyor bir müşteri.
“Tabii tabii” diye yanıtlıyor.
Müşterinin saçında fırçayı gezdiren kuaför en mantıklı yorumu yapıyor: “O işin içinde bir iş vardır.”
Kadın alevlendikçe kuaför tekrarlıyor:
“O işin içinde bir iş vardır.”
****
Uzaktan izlerken kafamda tek bir soru var...
Cunda gibi kapıyı kilitlemeden sokağa çıkılan bir yerde gençler sokağa bıçakla mı çıkıyor?
O işin içinde bir iş vardır, diyorum.
Var da, yazık ki Ayvalık’ta Marple ve Poirot yok.
Paylaş