Çevreyi ekonomiye kurban ettik

Çevre hareketinin 50’nci yılında, dünyanın önde gelen çevrecilerinden David Suzuki geçmişle hesaplaşmaya gidiyor ve “Çevrecilik başarısız oldu” diyor.

Haberin Devamı

Hep sorarlar...
“Hayatınızı değiştiren kitap hangisi?”
Çoğumuz yanıtlayamayız.
Etkilendiğimiz, evet...
Ama hayatımızı değiştiren?
Bir kitabın böyle bir gücü olabilir mi?
Tarihte bir noktada oldu.
1962’de basılan Rachel Carson’ın “Sessiz Bahar” kitabı değil bir kişinin hayatını değiştirmeyi, dünyanın gidişatını etkiledi.
Bu kitap basıldığı güne dek, tarımda ağırlıklı olarak kullanılan (böcek öldürücü) DDT, bilimin en müthiş buluşlarından biri muamelesi görüyordu. Hatta DDT’yi bireşimleyen Paul Müller 1948’de buluşuyla Nobel Ödülü’ne hak kazanmıştı.
DDT’nin o güne kadar bilinmeyen ürkütücü sonuçlarını ortaya koyan Carson, II. Dünya Savaşı’nın ardından gelen ekonomik canlanmayla birlikte sonsuz yenilik, ilerleme ve refah vadeden teknolojinin çok ağır bedelleri olduğunu kitabıyla dünyanın yüzüne çarptı.
“Sessiz Bahar” dünyada çevre hareketini başlatan kitaptır.
Raflarda yerini aldığında, tek bir ülkenin bile çevre bakanlığı yoktu.
Bu milattan itibaren milyonların parçası olduğu çevre hareketi sonucunda Birleşmiş Milletler Çevre Programı hazırlandı, küresel çevre konferansları düzenlendi, baskılar sonucu kanunlar çıkarıldı.
Dünya çapında milyonlarca hektarlık alan korunmaya alındı.
Petrol ve kimyasal sızıntıları, nükleer kazalar, canlıların neslinin tükenmesi, ozon deliği, ormansızlaşma, asit yağmurları ve son olarak da küresel ısınma dünya gündemine oturdu.
Benim çocukluğum mesela, hangi deodorant ozon deliğini büyütür, hangisi büyütmez tartışmalarıyla geçti.
Çevre hareketinin başlangıcından 30 yıl sonra, 1992’de dünya liderlerinin neredeyse tamamı Rio de Janeiro’da düzenlenen Dünya Zirvesi’nde buluştu. Zirvenin amacı, ekolojik sonuçları göz önünde bulundurmadan ekonomik faaliyetin devam edemeyeceği mesajını vermekti.
Her şey yolundaymış gibi görünse de, dünyanın önde gelen çevrecilerinden David Suzuki “Çevrecilik başarısız oldu” diyerek meseleye noktayı koyuyor.
Suzuki’ye göre, ekonomik durgunluklar, patlayan mali balonlar, sağcı uzmanlar ve beyin takımlarından gelen inkâr kakofonisini destekleyen kuruluşlar ile yeni muhafazakârlardan akan on milyonlarca dolarla, çevre koruması ekonomik büyümeye engelmiş gibi gösterildi.
Suzuki diyor ki:
“İnsanlık dramatik değişimler geçirirken, ekonominin çevreden daha önemli olduğu vurgusu yapılıyor ve ikisi birbirinden ayrı tutuluyor. 20’nci yüzyılda dünya nüfusu dört katına çıkıp 6-7 milyarı buldu. Kırsal alandan şehirlere taşındık, bugün kanıksadığımız teknolojinin tümünü yarattık ve küresel ekonomi tarafından beslenen tüketme ihtiyacımız patladı. Gezegenin fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini jeolojik boyutta değiştiren yeni bir güç haline geldik.”
Suzuki’nin vurucu cümlesi ise şu:
“Belirli konulara adanmış bölümler yaratırken çevreyi de özel ilgi alanına dönüştürdük. Aynen eğitim, sağlık ve ziraat gibi.”
Halbuki, çevreyi özel ilgi alanına dönüştürmek gibi bir lüksümüz yok.
Sanıyoruz ki artık çevre bakanlığı var diye, bireyler olarak hayatımızın tamamının bağımlı olduğu toprak, hava, su ve biyolojik çeşitlilik bizim konumuz değil.
Çevre hareketi ne kadar kurumsallaşırsa kurumsallaşsın biz umursamazsak halimiz yaman.
Türkiye’de mesela Çevre Bakanlığı çevreden çok yatırımlarla ilgileniyor.
Ben ne anladım bu işten?
Dünya merkezli düşünmemiz gerekirken, biz hep insan merkezliyiz.
“Bu insan merkezli bakış açısı dünyanın durumunu belirliyor” diyor Suzuki ve ekliyor:
“Dünyanın bizim kullanımımız için ‘limitsiz’ kaynaklar sunduğuna inandığımızda, ona göre hareket ediyoruz. Bunun için orman, su ürünleri ve çevre bakanlıkları kuruyoruz. Ki bunların bakanları ormanların, balıkların ya da çevrenin durumundan çok, bunlara bağımlı kaynaklar ve ekonomilerle ilgililer.”

Yazarın Tüm Yazıları