Paylaş
Lütfetmektir çünkü.
Kendini üstün görmek ve altta olduğunu düşündüklerine, gerçekte tahammül edemediklerine müsamaha göstermektir.
Kim ne hakla kime müsamaha gösterebilir?
Bu nasıl bir böbürlenmektir?
Hoşgörü eşitlik barındırmaz.
Eşitlik, birbirini olduğu gibi kabul etmektir. Yargılamamak, değiştirmeye çalışmamak, kendine benzemesini arzulamamaktır.
Bu içselleştirilmediğinde ve ‘mış’ gibi yapıldığında adı ‘hoşgörü’ olur.
Ötekileştirmenin yolu da aslında hoşgörü taşlarıyla döşelidir.
*
İrlanda, halkoylamasıyla eşcinsel evliliklere ‘Evet’ diyen ilk ülke oldu.
İrlanda halkı ‘Evet’ oyuyla ‘eşcinselleri hoş görme’ saçmalığına bir son verdi ve onları diğer herkesle eşitledi.
Bunu da, sosyal değişimin yerleşik baskıcı zihniyete zaferi tadında kutluyorlar. Bunu bir demokrasi zaferi olarak görüyorlar.
Gerçekten de demokrasi böyle bir şey.
İnsanların birbirini hoşgörmeye itilmediği, yerleşik baskıcı zihniyetin paramparça edilip insanların eşitlendiği bir şey.
İrlanda halkı aslında bu referandumda eşcinsel evlilikten çok daha ötesini oyladı.
Eşit olmanın ‘aynı olmak’ anlamına gelmediğini ve birbirlerini ‘farklılıklarıyla’ kabul edip sevdiklerini dünyaya gösterdiler.
Riyaya ‘Hayır’ dediler.
Dürüstlüğün yanında saf tuttular.
Bizimkisi gibi demokrasisi sandığa endeksli ve o sandıktan galip gelenin keyfince demokrasi tanımını yaptığı ülkelerin yüzüne gerçek demokrasiyi tokat gibi çarptılar.
*
Düşünün bir...
Kendinizle pek övünerek kimleri ‘hoş görüyorsunuz’?
Kürtleri mi, Alevileri mi, başörtülüleri mi, Ermenileri mi, Yahudileri mi, Romanları mı, ateistleri mi, eşcinselleri mi, kadınları mı, gençleri mi?
Bir düşünün, sonra da fark edin ki, hoş gördükleriniz aslında ötekileştirdikleriniz, “Olmasalardı daha iyiydi. Ama madem varlar, kafamı onlardan tarafa pek çevirmeyip yoklarmış gibi davranacağım, arıza çıkarmayacağım, onlardan rahatsız olmuyormuşum gibi davranacağım” dedikleriniz.
Bunları düşünenlerin pek çoğu, bazılarının hiç beğenmediği, hakir gördüğü, ‘kaypak’ veya ‘aptal’ bulduğu ve bunu söylemekten çekinmediği ‘cahil kesim’ değil sadece.
Okumuş, belki bolca gezip görmüş, dünyadan az çok haberdar epey insan da aynı durumda.
Yani bu işin okulla mokulla ilgisi yok.
Bakışıyla, nefret söylemleriyle, kemikleşmiş fikirleriyle kuşaktan kuşağa geçen baskıcı yerleşik zihniyet böyle bir şey. Hassasiyet, örf ve âdet kılıfında sosyal değişimin önünde bariyer kuran, mahkeme kararlarına bile sirayet eden, toplumların özgürleşmesini, bireylerin eşitlenmesini engelleyen bir duvar.
*
Evet, bazı siyasi iktidarlar bizim toplumumuzda farklı insan gruplarını ayrıştırmak, birbirine düşman etmek, kutuplaştırmak, paranoya yaratmak, korku salarak nefreti körüklemek ve tüm bunlar üzerinden oy devşirmek için elinden geleni ardına koymadı.
Tamam, onlar tarihin kötü karakterleri.
Ama biz de niye oltaya geldik, niye hâlâ oltaya geliyoruz?
Epey bir kısmımız buna teşneyiz de ondan.
Önce dürüst olalım.
Kendimizle yüzleşip ne kadar ikiyüzlü olduğumuzu kabul edelim.
Şu riyakârlığı üzerimizden, ‘hoşgörü’ sözcüğünü lügatimizden atalım.
Birbirimizi hakir görmeyi, suçlamayı, yargılamayı, yok saymayı bırakalım.
Bakın o zaman birileri demokrasiyi sandığa kilitleyebiliyor mu?
Bakın o zaman birileri nefret söylemlerini pompalamaya cüret edebiliyor mu?
*
İrlanda örneğinden de gördüğümüz üzere, dünyadaki sosyal değişim kanatlanıp uçarken, biz baskıcı zihniyetimizle bir sürüngen gibi toprağı eşeliyoruz.
Tarihin yanlış tarafında durmakta ısrar ediyor ve hem kendimize hem de birlikte yaşadığımız insanlara bu dünyayı cehennem ediyoruz.
Bir toplum niye mutsuzlukta ve esarette ısrar eder ki?
Bilmez mi ki nefret sadece sahibini yer bitirir.
Paylaş