Geçtiğimiz hafta Doğu Timor’daydım. ıstanbul’dan aktarmayla beraber gitmesi 24 saatinizi alıyor. ıki buçuk günlüğüne kaç deli bu kadar yolu kat eder bilmem ama ben halimden memnunum.
Doğu Timor, Endonezya ve Avustralya arasında konuşlanmış tropik bir ada. Bali’ye de, Darwin’e de uçakla birer buçuk saat uzaklıkta. Adım başı muz ağaçları, palmiyeler... Etrafınızda şöyle bir dönünce içiniz açılıyor, dünya güzeli bir doğa... Ama orada bulunduğum süre boyunca boğazımda bir düğümle dolaştım. Çünkü başımı çevirdiğim her yerde karşımda sefalet duruyordu. Doğu Timor dünyanın en fakir ülkelerinden biri. ıyi bir işi olanların aylık geliri 100 doları ya buluyor ya bulmuyor, halk ise ayda geçinecek 20 doları bir araya getirebilirse şanslı. Sefaletin nedenlerini araştırınca şaşırmıyor insan. Doğu Timor’u önce Portekizliler sömürmüş, ardından Endonezya. Avustralya’nın payını ve ABD’nin olan bitene göz yummasını da unutmamak lazım. Açıklarında bulunan petrol sayesinde gün yüzü göreceklerini sanmak safça. Yine büyük devletler o petrole çoktan göz koymuş. Adada 1 milyon 66 bin 582 kişi yaşıyor. Her yıl 48 bin çocuk doğuyor. 18 yaşının altındaki gençler ada nüfusunun yüzde 52’sini oluşturuyor. Ülkenin en fakirleri dağlarda yaşıyor. Ve oralarda topladıkları meyve sebzeleri sırtlayarak kilometrelerce yol yürüyüp şehre iniyor, bunları satmaya uğraşıyorlar. Yollar bozuk, arabayla 40 kilometrelik dağ yolunu ancak iki saatte katedebiliyorsunuz. Fakirliğe rağmen dilenen kimse görmüyorsunuz. Birçokları sırtlarına aldıkları sopaların iki yanına bağladıkları avokadoları, papayaları, muzları satmak için yanınıza yaklaşıyorlar, o kadar. Küçük bir pazar yerleri var. Burada yüzü gözü toprak içinde küçük çocuklar oynuyor, koşturuyor, anneleri bir yandan hediyelik eşya tezgahlarının başında duruyor, genç kızlar geleneksel kumaşlar dokuyor. Öğle yemekleri bir kap pilav. Adaya has hediyelik eşya arıyorsanız fazla seçeneğiniz yok. Ya tahta maskeler, ahşap biblolar ya da inek derisinden kırbaçlar. Anneler bu kırbaçları çocuklarını korkutmak için kullanıyorlar. Deniz kıyısında sıra sıra meyve tezgahları var. Yeşilin ve sarının her tonunda tropik meyveler... Adaya özel bir mutfak yok. Salaş lokantalarda genelde Endonezya yemeklerini mideye indiriyorsunuz. Biz bol miktarda körili tavuk tükettik. Küçük bir yer olduğundan buraya bir yabancı düştüğü an adada dedikodusu dönüyor. Biz Türk kafilesi olarak vardığımızda namımız yayılmış. Nedense Unicef’te görevli bir doktor yerlilere “Nasıl, Shakira’ya mı benziyorlar?” diye sormuş. Aldığı cevap ne olsun beğenirsiniz?: “Hayır, daha çok Britney Spears’a benziyorlar.” Birbirimize bakıp kahkahaya boğulduk. Düşündük ve bizimle beraber gelen Bennu Gerede’yi Britney’ye benzettikleri sonucuna vardık. O da benzediğinden değil de, altı esmer kadın arasında tek sarışın olduğundan. ılahi Doğu Timorlular...
Doğu Timor’un uzun kumsalları var. Bir ara denize girmeye niyetlendik. Gelin görün ki adanın sularında tuzlu su timsahları yaşıyor. Geçtiğimiz yıl yedi kişiyi yutmuşlar. Kıyıda bir kayaya tünemiş timsahı görünce tırstık ve sadece ayaklarımızı suya soktuk. Doğu Timor’un başkenti Dili’de trafik bizdekini aratmıyor. Birkaç yıl önce beş yıldan yaşlı arabaların trafiğe çıkması yasaklanmış ama fayda etmemiş. Sokaklarda bol miktarda motosiklet görüyorsunuz. Ve dikkat çekici olan, kimsenin motorunu kasksız sürmemesi. Çünkü polis kasksız sürücüyü görünce motoruna el koyuyormuş. Bunun dışında öyle kural mural yok adada. Burada bir sürü yabancı da yaşıyor. Çoğu BM’de görevli. Hatta aralarında burada görev yapan çok sayıda Türk polis de var.