Nerede? Twitter’da, Facebook’ta, arabada, lokantada, yemek masasında. Öyle, kendi aramızda. Bir şeyleri değiştirmek için ne yapıyoruz? Daha çok söyleniyoruz; birkaç yılda bir de oy veriyoruz.
O kadar.
Kaçımız gidip STK’larla çalışıyor, eylemlere katılıyor, farklı bir yol deniyor? Saymayalım, utanırız bence.
*
Bizi utandıracak biri daha var...
Tüm gece avaz avaz Ankara’nın Bağları
“27 yaşındayım, İstanbul’da yaşıyorum. Bundan yaklaşık 10 yıl önce İstanbul’un sıkışıklığından ve kalabalığından sıkılan dedem ile babaannem aradıkları huzuru ve sakinliği Alaçatı’da bularak oraya yerleşmeye karar verdiler.
Hacımemiş mahallesinde müstakil bir ev alarak geri kalan hayatlarını bu sakin ve şirin kasabada geçirmekti hayalleri. Ama Alaçatı’nın kış şartlarına ayak uyduramadıkları için kışlarını geçirmek üzere 1 sene sonra İzmir’e yerleştiler. Halen her yaz İzmir’den Alaçatı’daki evlerine iniyorlar. Buraya kadar size her şey normal gelmiş olmalı.
Asıl film 3-4 yıl önce, evlerinin karşısında Düğün Salonu adıyla açılan, ne olduğunu hala çözemedikleri yer ile başlıyor. Yaz ayları malum düğün ayları, buna lafımız yok. Ama yaz boyunca neredeyse her akşam olmak üzere evimizin tam karşısında akşam 7’de başlayıp 1’e kadar devam edince -bizim ve çevredekilerin şikayetleriyle- zorla kısılan korkunç müzik sesine maruz kalmaktayız.
Bütün mahalleyi inleten ve kötü bir müzik sistemiyle düğün eğlencesi yapan bu insanlara ne desek boş. Yaşlarını almış ve yaz akşamlarını evlerinin bahçesinde başbaşa ya da davet ettikleri misafirleriyle huzur içinde geçirmek isteyen babaannem ve dedem şu anda sinir hastası olmanın eşiğindeler.
Akşam 7 olmuş güneş batmak üzere hafif bir serinlik babaannem masayı kuruyor tam oturacaklar, hoop çatır çatır bir kolon sesiyle peş peşe 8 kere çalınan Ankara’nın Bağları ve hevesleri kursaklarında kalan yaşlı bir çift.
Yaklaşık bir ay önce dünya daki bence en kibar adam olan dedem artık zıvanadan çıkmış bir şekilde 'Bu böyle olmaz ben Başkan’a bir mektup yazacağım' diyerek kolları sıvadı. Dedem TRT İstanbul Radyosu’ndan emekli bir radyo ve televizyon sunucusu, taktir edersiniz ki kalemi ve hitabet yeteneği oldukça kuvvetli ve etkileyici. Oldukça kibar ama bir o kadarda kinayeli bir dille rahatsız oldukları bu durumu dedem büyük bir titizlikle kaleme alarak postaya verdi. Yaklaşık 1 ay geçmiş olmasına rağmen sevgili Başkan’ımızdan ne ses var ne seda.
Diyeceğim o ki, bence Belediye Başkanlığı haftada bir çarşıya çıkıp esnafın elini sıkıp hal hatır sormakla olmuyor. Beldende yaşayan insanların sıkıntıları ve şikayetleri senin en önemli konularından biri olmalı.”
Bu haberlerin özendirici olduğu düşünülür.
Her intihar haberi, ondan uzak durmaya çalışanlar için bir yenilgi demek. Hayatlarını yaşam ve ölüm fikri arasındaki ince çizgide geçirmelerine rağmen hayatın tarafında tutunmaya çalışanlar için o mücadeleye bir kayıp daha vermek demek. Umudu yitirme yoluna bir taş daha döşenmesi demek.
*
Oysa psikiyatrlar depresyonun tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu düşünüyorlar. Bilimsel araştırmaların da bunu desteklediğini söylüyorlar.
Tabii ki hafif vakalarda ya da depresyonu yaratan koşullar ortadan kalktığında kimileri için bu daha kolay ama kimileri için de depresyon dudaktaki uçuk gibi... Yardımlarla ve takviyelerle geçiyor; çeşitli dönemlerde nüksediyor. O ‘virüs’ belki de doğru tedavi uygulanmadığı için hiçbir zaman vücuttan çıkmıyor. Sinsi bir düşman gibi gizleniyor.
Annem yaz-kış Alaçatı’da yaşıyor ama ben son 3-4 yıldır tatillerimi daha sakin yerlerde geçiriyorum çünkü Alaçatı’nın aldığı hâl beni çileden çıkarıyor.
Tam da bu hisler içindeyken mimar Ahmet Mesut Palamutçu’nun feryadı hiç de haksız olmadığımı gösterdi.
Palamutçu, eski üyelerinden olduğu Alaçatı Koruma Derneği’nin misyonunu, 2010’da Alaçatı’yı belediyeye teslim ederek tamamladığını anlatıyor.
Aynı şekilde, 1. No’lu Koruma Kurulu’nun da aldığı kararla Alaçatı’nın korunması ve tarihi yapılar hakkında karar mekanizmasını, genel olarak yerel yönetim olan belediyeye bıraktığını sözlerine ekliyor.
“Ne yazık ki Alaçatı’ya yapılan binalarda beldenin ruhuna uygunluk aranmadı; birkaç müteahhidin mutlu olduğu, kontrol dışı ve çoğunlukla uydurma bir plan ve işçilikle yapılan, “Taş Ev” yerine “taştan bitişik site evleri” oluştu” diyor.
“Tek bir kuralım var; ‘Yeni her zaman daha iyidir’. Bu benim en eski kuralım olduğu için en iyi kuralımdır.”İki cümlede insanın kendiyle nasıl çelişebileceğinin göstergesi.
“Yeni her zaman daha iyidir” fazla iddialı bir argüman.
Etkili mi? Evet.
Doğru mu? Emin değilim.
O ‘yeni’nin ne olduğuyla ve nasıl inşa edildiğiyle çok ilgili.
*
Beton binaların altında tespih taneleri gibi dizili büfemsilere alternatif bir yer olmasının bir nedeni de sahiplerinin burayı bitki takviyesiyle az biraz yeşillendirmiş olmaları.
Geçtiğimiz sabah oturuyorum; zabıta geldi, saksıları toplayıp kamyonete yükledi ve götürdü.
O saksılar kaldırımın önünde durmasa yerlerinde tozlu otomobiller park etmiş olacaktı. Ama zabıta ne dedi beğenirsiniz: “Bu yeni kaldırımlar arabalar için yapıldı!”
*
Şehirlerimizin özeti bu cümle.
Sivriler Köyü yakınında taşkın oluşturan Bulanıkdere ve Arnavutdere, su bulursa akmaya çabalar. İki dere de İğneada Longozları Milli Parkı’nın içinden geçerek denize ulaşır. Taşkın önleme inşaatı bu derelerin üstüne kurulursa, longozlar 5-6 yıla kurur. Longozlara gereken suyu yağışlarla oluşan taşkınlar temin ediyor.
****
90’lardan beri İstanbul’un su derdi kısmen Istranca derelerinin suları alınarak çözülmeye çalışılıyor. Doğaya zararlı uygulamalarla beşeri sorunların çözülemediği, Amik, Avlan Gölleri vb. fiyaskolara rağmen öğrenilemedi.
Melen ve Sakarya nehirlerinin suları da alınarak bir karadeliğe dönen İstanbul’a akıtıldı. İstanbul’un metastaz yapan hastalıklı büyümesi ve aleni kuraklık karşısında, su tasarrufuna yönelik uyarı yapmayanlar, büyümesini tutkuyla destekledikleri şehrin su ihtiyacını gene Trakya’nın kendine bile yetemeyen sularını alarak gidermeye çabalıyorlar. Yıllardır yapılmakta olan yeni sitelerin içine göletler kurularak su fantezileri oluşturulmasına ses çıkaran yok.
Ertesi gün ise dünyanın nazar boncuğu diye adlandırılan Konya’daki Meke Gölü’nün yüzde 99 kuruduğu haberini okuduk.
Orman ve Su İşleri Bakanı, Konya havzasının ‘hidrolojik kuraklığa’ resmi olarak girdiğini açıkladı.
Peki madem iş bu noktaya varacaktı, Konya’da neden bol su tüketen ‘sulu tarım’ yapılıp durdu?
*
Burası Türkiye’nin en az yağış alan bölgesi.