Yorulmadınız mı?

Bazen hayatın önyargılarımız tarafından şekillenmesi gerektiğini düşünüyoruz, kabul edin.

Haberin Devamı

Sevdiklerimiz yücelmeli, sevmediklerimiz, nefret ettiklerimiz ise yok olmalı, ölmeli, gözümüzden uzak bir yerlere gitmeli...
Sokakta, internette, imkan bulduğumuz anda kusuyoruz nefretimizi. Bunu en “ben hiç öyle bir insan değilimdir” diyen adam bile yapıyor. İçimize, ruhumuza işlemiş sanki. Sözlüklere bakmak bile yeter bunu görmek için.
“Önyargılarımız/sevdiklerimiz/beğendiklerimiz/nefret ettiklerimiz/iğrendiklerimiz ve hayat” konusunda gözden kaçırdığımız bir nokta var: Başkalarıyla ilgili düşüncelerimiz ve hislerimiz, onların hayatlarını nasıl yaşayacağı konusunda belirleyici faktör olamaz.
Siz “o pozisyonda çalışmasın”, “şarkı söylemesin, gebersin”, “yaptığı işi bıraksın, çünkü berbat”, “çok çirkin, çok şişman, iğrenç”, “hiç sevmiyorum, o yüzden bence yok olmalı” dedikçe hedeflediğiniz şahıslar için hayatın esas akışı değişmiyor. İnsanlar yine yaşamaya, halihazırda yaptıkları işleri yapmaya devam ediyor.
Sadece nefretin hedefindekilerde asap bozukluğu ve kalp kırıklığı yaratıyorsunuz. İğrenç bir enerji yayıyorsunuz.
Bu hoşunuza mı gidiyor?
Siz birilerinden nefret ediyorsunuz diye o insanlar bir yere gitmeyecek, mesleklerinden vazgeçmeyecekler...
Rahatlayayım diye kusuyorsunuz ama hem yoruluyor, hem de daha çok doluyorsunuz, çünkü o nefret objeniz dünya üzerindeki varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu durum da nefret sahibinde “Keskin sirke küpüne zarar” durumu yaratıyor.
Nefretle ağzından tükürükler saçarak tanıdık/tanımadık herkesle ilgili ahkam kesenlere bir sözüm olacak: Siz nasıl nefes alıyor ve hayatınıza devam etmek için, para kazanmak için çalışıyorsanız, o nefret ettiğiniz insanlar da aynısını yapıyor.
Bir de böyle düşünün isterseniz.

Haberin Devamı

Yine geç kaldık

İnsanları ancak öbür dünyaya göç ettiklerinde hakkıyla hatırlıyoruz. Evvelki gün Mesut Engin’in vefat haberinde “Bir yıldız daha kaydı” dedik ama o yıldız zaten otobüs duraklarında yatarken kaymamış mıydı?
Bir yıldız, senelerce acı içinde yaşadı, onu ancak öldüğü gün hakkıyla andık.
Kendi hayatımız da öyle değil mi? Bir kısa ziyareti, bir telefonu çok gördüğümüz sevdiklerimizi ihmal etmemeyi ancak cenaze günlerinde son görevimizi yaparken beceriyoruz.
“Kayıp yaşanmadan vaziyetin farkına varamama, görmezden gelme, hafife alma ve hızla unutma” gibi çok büyük bir arızamız var.
İnsanlar ölüyor, biraz vakit geçiyor, yine unutuyoruz her şeyi. Hayat rayından hiç çıkmayacakmış gibi, çıksa da bize dokunmayacakmış gibi davranmaya hızla geri dönüyoruz. Uyandığımızda da hep çok geç oluyor...
Bu döngüyü kırmaya niyeti olan biri yok mu?

Yazarın Tüm Yazıları