Paylaş
Kıyı şeridini imara açmak için hummalı bir çalışma yürütecek kadar kendini, yaşadığı yeri bilmez bir doğa düşmanlığını anlamakta hepimiz zorlanıyoruz.
“Yeşil düşünmek” bir kültür meselesi.
Taksim’ın yeniden tasarlanma sürecinde önümüze çıkan planlarda bir tane ağaç olmaması, alanın baştan sona betondan parke olarak düşünülmesi ve bu görüntünün bir Allah’ın kuluna dahi TUHAF gelmemesi bu “yeşil kültürü” yoksunluğundan geliyor.
Yeşil kültürü olmayan yerlerde, kütüklerin üstlerindeki yapraklardan oluşan ağaçlar “süs”tür.
Canlı bir varlık olarak addedilmez, yaşam alanlarının akciğerleri olarak düşünülmez, lüzum görülürse süs olarak betonların arasında çevrelenmiş dar kare alanların içine bir-iki fide dikilebilir. Onun yaşamı da bizim gibidir, o kare alanın içinde hapis kalmak mecburiyetindedir.
Benzer bir “yeşil kültürsüzlüğü” yaklaşımı denizler için de geçerli.
Denizlerin yakınına geldiğimizde ne yapıyoruz? Kanalizasyon boşaltıyoruz.
Sakın “arıtma” demeyin. Arıtma, kirlenme sürecini yavaşlatan bir basamak sadece.
Denizi lağımlaştırmanın önüne geçemiyoruz. Denizi “hela” olarak gören hayat görüşüne sahip insanlar varken istediğin kadar artıma tesisi inşaa edilsin, boşa.
Yapılaşmanın denize 10 metre yaklaşması demek, denizlerin ölmesi demek.
Bu bir öngörü değil, bunu geçmiş yıllarda yaptık zaten. Denizin içindeki hayat, onu bir ÇÖP KOVASI gibi kullanan Türk insanı yüzünden öldü.
Size, bugün hepimize bir hayal gibi gelen ama geçmişin “sıradan” güzellikleri” olan alışkanlıkları anlatsam ağlarsınız.
Moda’da her gün balık tutanları, Göksu Deresi’ndeki sandal sefalarını, Haliç’in eski halini, Kalamış iskelesinin güzelliğini göstersem boğazınızdaki düğüm bir hafta çözülmez.
Kurbağalıdere’nin 1900’lerdeki fotoğraflarına getirsem, içiniz parçalanır, bakamazsınız öyle bir güzelliğe.
Kaçak yapılara müsaade edilen, bir oy için şehrin akciğerini, havasını, suyunu babasının malı gibi kullanalar yüzünden çöp diyarına döndük.
Bakın, Anadoluhisarı’nın tepelerini gösteren bu fotoğrafı denizden çektim. “Bak da ağla” dedirten cinsten...
Büyük şehirlerin havadan fotoğraflarını karşılaştırsanız 50 senede yaşanan değişim karşısında diliniz tutulur. “Vah, vah, ne yapmışız biz memleketimize” dersiniz.
Deniz = Umumi hela
Denizlerin umumi hela ödevi dışında bir fonksiyonu yok. Taşımacılık konusunda bile hakkıyla kullanamıyoruz.
14 MİLYONLUK İstanbul’da sanki 100 bin kişi yaşıyormuş gibi “çok kullanan olmuyor” diye Beltur kafesi olarak işletilen iskeleler var. Düşünün şaşırmışlık seviyesini.
Belirli iskelelerde Şehir Hatları günde sadece iki-üç sefer yapıyor...
Beton, kara kültürü öyle bir sarmış ki kafaları, denizi şehrin yükünü hafifletmek için bile kullanamıyoruz.
Muhterem yetkililer. Ağlıyoruz, duyun sesimizi. Bırakın denizleri, bırakın kıyı şeridini. Yapacaksanız park yapın, orman alanı yaratın, nesiller boyunca içine edilen çevreyi, denizleri temizleyin, görelim. Boşluk görünce aklınıza bina dikmek gelmesin. Boşluk görünce aklınıza “para kazanmak” gelmesin.
Boş alan görünce İSPARK değil, park yapmayı düşünün önce. Bize nefes alacak alan açın. Biriniz çıksın, “Vatandaş boğuldu, şurayı bir adam edelim” desin.
Bir kere de şaşırtın bizi, görelim...
Paylaş