Paylaş
Öncelikle, ben bu “ertesi günü zaten normalde tatil olan” cumartesiye denk gelmiş yılbaşı gününü kınıyorum. Hafta içi olmayan bir yılbaşına ben yılbaşı demem arkadaş.
Şöyle pazar ya da pazartesi gecesi olaydı ya, neşemizi bulurduk. Hem pazartesi sendromumuz da olmazdı. Neyse artık Mayaların dediği gibi dünyanın sonu gelmezse önümüzdeki senelere bakacağız artık...
Yılbaşlarında kendi zaman tünelimde geri gitmek hep güzel gelir bana. Çünkü yürüdüğüm yolu, ne kadar büyüdüğümü, neleri deneyimlediğimi, nelerin değiştiğini görürüm.
Şimdi geriye bakınca görüyorum ki, 30’a doğru gelirken, giderek mutsuzlaşmışım. 20’lerin sonlarına doğru yaşlanmaktan korkmaya başlamışım, sanki 30’dan sonra hayat
bitecekmiş gibi...
Hep böyle değil midir zaten hikaye?
Hayatının her alanında zamanının daraldığını düşünürsün. Kariyerin için endişelenirsin, çocuk yapma zamanı geçiyor diye endişelenirsin... Bir anda sanki ölümcül bir hastalığa yakalanmış ve zamanın gitgide azalıyor gibi davranırsın, ne yapsan, ne yaşasan kârmış gibi...
Hayatının kontrolü sende değil gibi hissedersin, bir noktada ofis yaşamının içinde ömrünü çürüttüğüne iyice inandırırsın kendini... Yeni kararlar almak ve uygulamak istersin...
30’dan sonra böyle
Sonra o 30 geçer, “30’lu yaşlarını süren insan” vakti gelir. 20’liklerin dünyası uzak bir ülkeye benziyordur.
Endişeli 20’liklere “sabret, 30’dan sonrası sakin, bir halt olmuyor merak etme” demek istersin. Bir yandan yaşamadan anlaşılamayacak bir hissi anlatmaya çalıştığını bilirsin...
Bunu daha erken bir vakitte idrak etmeye olanak yok ama, şu bir gerçek ki, ilerleyen yaşla beraber kendini daha çok sevmeye başlıyorsun. Kendini sevmek zorunda olduğun, çaresiz bir kadın gibi kendini beğendiğin ya da yılların üzerindeki tahribatını görmezden gelmeye çalıştığın için filan değil, gerçekten daha çok sevmeye başlıyorsun.
Çünkü kendini daha iyi tanıyorsun. Ayakların daha çok yere basıyor. Tercihlerin, oturman, kalkman, düşüncelerin başkalaşıyor, olgunlaşıyor. Tali meselelerle vaktini harcamıyor, kalbinin kolay kolay kırılmasına izin vermiyorsun.
Yaş ilerledikçe, kendini daha iyi tanıdığın için, bedenine de daha iyi bakıyorsun. “Eloğlundan (ve elkızından tabii) hayır gelmez” cümlesini idrak etmiş bulunduğun için yakınların ve ailen dışındaki insanları daha az umursamaya başlıyorsun. Hayatı normal seyrinde yaşayabilmek için belirli bir yaş dönemini atlatmak ve “dış ses”lere kulakları kapatmak gerekiyor belki de...
Son olarak: Esasında şans, her zaman kendini en iyi tanıyanlara gülmüyor mu?
Başarı hikayeleri, hayatını rastlantılara bırakmayanlardan çıkmıyor mu?
Bence bu gece “2012, kendimi daha iyi tanıyacağım bir yıl olsun” deyin. Yeni yıldan bunu dileyin... Mutlu seneler!
Paylaş