Paylaş
Hani Magnum’un meşhur bir yelkenlisi var 31 Temmuz’dan sonra bir şanslının olacak, işte o yelkenliyi bir test edeyim dedim.
Öncelikle şehir hataları vapurlarından, motor ve şileplerden, üstlerine doğru sürdüğüm için özür diliyorum. Birkaç acemi olarak yelkenli kullanmaya kalkınca tüm deniz taşıtlarının kornalarını çalmasına neden olduk. Taksim Meydanı’nda bile bu kadar korna gürültüsü olmamıştır.
İşin şakası bir yana, püf noktalarını öğrenince çok da zor sayılmaz.
Hocamız Türkiye ve dünya gençler laser radial şampiyonu Giray Zümbül’dü. “Yelkende öğrenmek bitmez, her suya çıkışınızda yeni bilgiler, yeni deneyimler edinirsiniz” diyor.
Yani yelken söz konusu ise “Birkaç ders aldım ve yelkenci oldum” diyemiyorsunuz. En deneyimli yelkenci bile “Hâlâ öğrenciyiz” haletiruhiyesinden hiç çıkmıyor.
Deniz tutkusu bir yana, sürekli yeni deneyimlere açık olması bu sporu cazip kılan en büyük sebep.
Genel algının aksine, pahalı bir spor değil. Yelkenci olmak için illa yelken sahibi olmak gerekmiyor.
Her spor gibi, yelkene küçük yaşta başlamak, deneyim açısından avantaj yaratıyor fakat, “Hobi amaçlı yapılan yelkenciliğin yaşı yok” diyor Zümbül.
Tabii ben adeta Moby Dick’in peşindeki Kaptan Ahab edasıyla dümenin başında şilep ve vapurların kabusu olurken sohbetimiz ister istemez “Türkiye ve deniz taşımacılığı” tarafına dümen kırıyor.
Niçin deniz, şehir hayatını kolaylaştırmıyor?
Deniz yolu çilesi
Mesela ben Bebek’e gitmek istiyorum. Kadıköy’den vapura binip, Bebek iskelesinde inmek istiyorum. Ya da ne bileyim, Kilyos’a, Sarıyer’e, Anadoluhisarı’na, kısacası, her bir tarafı denizle çevrilmiş olan 13 milyonluk İstanbul’da her yere, istediğim zaman, deniz yoluyla ulaşmak istiyorum.
Fakat ulaşamıyorum, çünkü deniz kenarında bulunan ilçeler arası deniz ulaşımı sınırlı.
Ha, Boğaz’da “mehtap turu” isteseniz var tabii, bol miktarda.
Hâlâ, ne yazık ki, elimiz ayağımız olabilecek, herkesin işini kolaylaştırabilecek deniz yolları, pek popüler bir ulaşım aracı değil.
Fakat şehir, bunun aksini ispatlayacak örneklerle dolu. Bakınız, Üsküdar-Beşiktaş, Kadıköy-Eminönü ya da Kadıköy Beşiktaş motor ve vapurlarına...
Günün her saati nasıl da hınca hınç doludur. Peki bu kadar insanın işi Kadıköy, Eminönü ya da Beşiktaş’ta mı?
Hayır, sadece en sık sefer burada olduğu için bu güzergahı kullanmaya mecburlar. Sonra diğer kara taşıtlarıyla devam ediyorlar yollarına. Peki deniz kenarında olan ilçelerden düzenli ve sık seferler yapılsa, şu bizi hayatımızdan bezdiren trafik biraz rahatlamaz mıydı?
Elbet rahatlardı. Fakat yapılan yatırımların çoğu metrobüs, metro, kavşak, yol yenileme ekseninde, yani “kara” tarafında dönüyor. Denizler de “Niçin beni hak ettiğim gibi kullanmıyorsunuz?” diye ağlıyor.
Şu anda deniz taşımacılığının ulaşması gereken popülerliği elinde tutan otobüs taşımacılığı.
Yani kapasitesinin üstünde doldurulan, insanların tıkış tıkış birbirinin üzerinde gittiği belediye otobüsleri. Adalar bile nasibini alamıyor deniz yolundan, hâlâ günde az sefer yapılıyor.
Deniz otobüsü seferleri de yeterli değil. Adalar deniz ulaşımına nasıl mecbursa, bu “mecburiyet” duygusunu İstanbul’un, hatta Türkiye’nin geneline yaymak lazım.
Hadi uzun mesafelerde vapur akılcı bir çözüm değil, neden deniz otobüsü seferleri sıklaştırılmıyor, yeni rotalar çizilmiyor da insanlar metrobüs ve otobüslerdeki itiş kakışa mecbur bırakılıyor? Trafiğe çözüm gözümüzün önünde ama deniz yollarında durum sadece beş limanı bulunan ülkelerden bile kötü.
Paylaş